29 Şubat 2016 Pazartesi

Bulgurun faydalarını biliyor musunuz?

Beslenme ve Gıda Uzmanı Diyetisyen Seçil Kenar, soğuk kış günlerinde enerji ihtiyacını karşılamak için kan şekerini ve insülin hormonunu yükselten basit karbonhidratlı yiyecekleri değil, vitamin ve mineraller bakımından oldukça değerli, kompleks karbonhidrat olan bulgurun tercih edilmesi gerektiğini belirtti.   Besin değerinin yüksek olması ve vücuda sağladığı yararlar açısından beslenmemizde oldukça önemli bir yere sahip olan bulgurun faydaları saymakla bitmiyor. Beslenme ve Gıda Uzmanı Diyetisyen Seçil Kenar, soğuk kış günlerinden kaybedilen enerjinin bulgurdan karşılanabileceğini söyledi. Havanın soğuk olmasından dolayı, vücudun kendi ısısını sabit tutmak için fazladan enerji harcadığını belirten Kenar, “Enerjinizi, şeker ve çikolatadan değil bulgurdan karşılayın” dedi.   Günlük enerji ihtiyacının %55-65’ini karbonhidratlardan karşılanması gerektiğini hatırlatan Kenar, enerji ihtiyacını karşılamak için kan şekerini ve insülin hormonunu yükselten basit karbonhidratlı yiyecekleri değil, vitamin ve mineraller bakımından oldukça değerli, kompleks karbonhidrat olan bulgurun tercih edilmesi gerektiğini belirtti. Kenar, kışın gribal enfeksiyonlara karşı vücut direncini artırmak için, mineral ve vitamin kaynağı bulgurun sofralarda daha fazla yer alması gerektiğinin de altını çizdi.   Bulgur Şişmanlatmaz! Sanılan aksine bulgurun şişmanlatmadığını özelikle diyetlerde ve kilo kontrollerinde önerildiğini de belirten Seçil Kenar, şunları kaydetti: “2004 yılında Türkiye’ye bulguru araştırmak için gelen Avustralya Curtin Üniversitesi Öğretim Üyesi Vicky Solah ve ekibinin 2007 yılında Avustralya’da yaptığı araştırma, bulgurun çok önemli bir diyet besini olduğunu göstermiştir. Bulgurun pirince kıyasla daha fazla tokluk hissi verdiği kanıtlanmıştır. Çalışmada, bulgurun açlığı bir-bir buçuk saat civarında geciktirdiği tespit edilmiştir.”   Bulgurda vitamin kaybı olmuyor Makarnanın aksine bulgur, suyunun çektirilmesiyle hazırlandığı için pişirim esnasında herhangi bir vitamin kaybı yaşanmıyor. Üretim esnasında da bulgur, un haline gelmediği ve tane formunda kaldığı için besin değeri olarak tam buğdaya yakındır. Makarna ve pirinçten besin değeri olarak çok daha üstün olan bulgur salatadan dolmaya, çorbadan köfteye kadar tüm yemeklerde kullanılabilir. Bulgurla yapılan tarifler için Duru Bulgur Yayınlarından çıkan Tarihinden Tarifine Bulgur kitabı referans olabilecek bir kaynaktır.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Bu besinlerle kışın da D vitamini depolanabilir

Güneşsiz havaların hakim olduğu dönemlerde hem bağışıklığı güçlendirmek hem de kilo almamak için doğal besinler tüketerek D vitamini takviyesi sağlamak gerekiyor.    Uzm. Dyt. Nilay Keçeci, D vitamini depolarınızı doldurmayı sağlayacak besinler hakkında bilgi verdi.   Eksikliği kilo problemi yaratıyor D vitamini yetersizliği bağışıklığın düşmesine neden olduğu gibi kilo problemlerine de yol açabilmektedir. Özellikle diyet yapmaya çalışan bireylerde bu vitamin alımı oldukça önemlidir. D vitamini eksikliği kişilerin kilo almasına yol açabilir ve başta obezite olmak üzere birçok kronik hastalığı da beraberinde getirebilir. Yağda eriyen bir vitamin olduğundan eksikliği, iştahın açılmasına yol açarak kilo alımlarına sebep olmaktadır. D vitaminin güneşten emilimi sağlanamıyorsa doğal besinlerden destek alınması gerekebilir.   5 dakika güneşlenmeye eşdeğer 5 “D vitamini” kaynağı Güneşli havalarda 5 dakikalık gün ışığı alımı ile günlük D vitamini ihtiyacının yarısından fazlası sağlanabilmektedir. Güneşsiz günlerde ise D vitamini gereksinimi doğal besin kaynakları ile karşılanabilir.   -Deniz ürünlerinin tüketimi D vitamini alımı için önem taşımaktadır. Balık yağı, uskumru, somon, ton balığı, karides gibi deniz mahsulleri D vitamini açısından zengin besinlerin başında gelir.    -Anne sütüne eş değer protein barındırması ile en önemli besinlerden biri olan yumurta, günlük D vitamini ihtiyacının belirli kısmını karşılamaya yeterli olacaktır.    -Süt, yoğurt ve peynir gibi süt grubu besinler D vitamini açısından zengin olan bir besin grubudur. Günde 2 avuç içi boyutunda peynirin özellikle kemik hastalığı olan ya da orta yaşın üzerindeki kadınlar tarafından tüketilmesi uygundur.   -Yemeklerde katı yağ yerine sıvı yağ tüketmekte vücudumuz için gerekli olan D vitaminin yerine konulmasına yardımcı olacaktır.    -Kahvaltılarda tüketilen yulaflı gevreklerin D vitamini içerikleri oldukça yüksektir. Kahvaltı dışında ara öğünlerde de tüketilebilir.   Yetersiz D vitamini depresyon nedeni Depresyonun önlenmesinde D vitamini oldukça önemlidir. Kış ayları ile birlikte erken kararan havalar ve karamsarlıklar vücuttaki pek çok mineral ve vitamin dengesini de bozmaktadır. Bu durumda yeterli sentezlenemeyen D vitamini gibi vitaminler; uyku hali, yorgunluk, güne isteksiz başlama, enerji düşüklüğü yaratmakta ve sonunda depresyona neden olabilmektedir.   Kemik hastalıklarını önler Kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu rol oynayan D vitamini, damar yapısı ve tansiyonun düzenlenmesini sağlamaktadır. İnsülin sentezi ve vücuttaki şekerin dengelenmesine yardımcı olmaktadır. Çocuklarda raşitizm, erişkin bayanlarda osteoporoz gibi kemik hastalıklarının önlenmesinde de büyük payı vardır.    Türk kadınlarında D vitamini eksikliği sık görülüyor Kandaki kalsiyum ve fosforun normal sınırlarda kalmasını sağlayan D vitamini, kemik ve kas gelişimi, hücre büyümesi, bağışıklık sisteminin düzenli çalışması ve pek çok kronik hastalığın önlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Türk kadınlarında irsi olarak D vitamini yetersizliği sıklıkla görülmektedir.  Az güneş ışığı gören, ileri yaşlarda ya da sistemik bağırsak hastalığı olan kişilerde de D vitamini emilimi geç olabilmektedir. Bu nedenle bu kişilerin bu konuda daha dikkatli olması gerekmektedir.     

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

28 Şubat 2016 Pazar

Kışa damga vuran 3 virüs hız kesmiyor

Grip bu yıl değişik türleriyle çıkıyor karşımıza. Özellikle son günlerde kıtalar arası bir salgına dönüşebilen influenza A ailesinden H1N1 ve H3N2 ile influenza B virüsü pek çok kişinin ilk kez karşılaştığı hastalıklar oldu. Sağlık Bakanlığı’nın araştırması da Ocak ayında gribe yakalananların sayısında artış olduğunu ortaya koydu. 179 hastadan alınan numunelerde her üç numuneden ikisinin grip olduğu belirlendi. Numunelerin 37’sinde halk arasında domuz gribi olarak bilinen H1N1, 64’ünde H3N2, 7’sinde influenza B virüsü tespit edildi. Pozitiflik seviyesi yüzde 60 olarak kayıtlara geçti. Grip sezonu başlangıcından bu yana 6 bin 681 numunenin yarıdan fazlasında grip pozitifliğine rastlandı. Acıbadem Taksim Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Sezen Özkök, influenza virüsünün çok kolay ve hızlı bulaştığını vurgulayarak, bulaştırıcılığın 7 gün boyunca devam ettiğini söylüyor. Dr. Sezen Özkök, kışa damgasını vuran virüsleri anlattı, nedenlerinden belirtilerine, korunma yollarından tedavilerine dek önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

Influenza A (H1N1, H3N2, H5N1) çok kolay ve hızlı bulaşıyor

Üç farklı influenza virüsünden biri olan influenza A; domuz, at, kuş ve deniz memelilerinin yanı sıra insanlarda da hastalık yapıyor. Influenza A’nın H1N1, H3N2, H5N1 gibi alt tipleri bulunuyor. Alışılagelenin dışında yeni bir antijenik yapıya sahip olan ve bu nedenle insanlarda bağışıklığın söz konusu olmadığı H1N1, kısa sürede hızla yayılarak kıtalar arası bir salgına dönüşebiliyor. Özellikle risk grubunda bulunan hastalarda ağır seyreden influenza virüsü çok kolay ve hızlı bulaşıyor. Öksürük ve hapşırık ile etrafa saçılan damlacıkların yanı sıra hasta kişilerin ağız-burun akıntıları ile temas etmiş eşyalar yoluyla bulaşıyor.

Tokalaştıktan sonra elinizi yıkayın!

Örneğin; eline aksıran bir hastanın başka bir kimseyle tokalaşması ve o kimsenin elini ağzına götürmesi temas ile bulaşmanın en iyi örneğini oluşturuyor. Virüs bulaştıktan 1-4 gün sonra duyarlı kişide semptomlar başlıyor. Dr. Sezen Özkök, belirtilerin başlamasından 1 gün öncesi ve 7 gün sonrasına kadar bulaştırıcılığın devam ettiğini belirterek “Hastada ani yükselen yüksek ateş, baş ağrısı, aşırı yorgunluk, halsizlik, öksürük, boğaz ağrısı, burun akıntısı, kas ağrıları ve mide şikayetleri (çocuklarda daha yaygın) ile karşımıza çıkabilir” diyor. Hastalık 2 yaşından küçük çocuklar, 65 yaş üzerindekiler, kronik hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemi zayıf kişilerde daha ağır seyrediyor. Risk grubu dışındaki kişilerin de üç günden fazla ateş olması halinde mutlaka hastaneye başvurması gerektiğini belirten Dr. Sezen Özkök, ilacın doktor tavsiyesi ile kullanılmasının şart olduğunu söylüyor.

Influenza B ve Influenza C

Influenza B, sadece insanda hastalık yapıyor. Influenza B’nin alt tipi bulunmuyor. Okul çağındaki çocuklarda sık görülen influenza B’nin belirtileri hafif seyrediyor. Influenza C ise domuzlarda ve insanlarda görülüyor. Nezleye yol açıyor.

Grip virüsünden korunmak için bunlara dikkat!

-Tokalaşmak zorunda kalırsanız mutlaka elinizi yıkayın.

-Öpüşme ve sarılmalardan kaçının.

-Ellerinizi sık sık sabunlu su ile yıkayın.

-Kapalı ve hasta kişilerin olduğu ortamlardan uzak durun.

-Zorunlu haller dışında hastalığın görüldüğü bölgelere gitmeyin.

-Hasta kişi ile aynı ortamda bulunursanız tıbbi maske kullanın.

-Bol sebze ve meyve tüketin.

-Bol sıvı almaya özen gösterin.

-Her yıl sonbaharda grip aşısı olun. Ancak Guillain Barre Sendromu geçirenler, yumurta alerjisi olanlar, daha önce aşıya karşı ciddi reeaksiyon geliştirenler ve ciddi hastalık durumu olanlarda aşıdan kaçınılmalı.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Anne adaylarına gribal enfeksiyon uyarısı

Hamilelik döneminde anne adaylarının yakalandığı gribin bebeğe de zarar verebileceğini ifade eden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Opr. Dr. Özge Piri Mantar, "Özellikle kış aylarında sıkça görülen grip, pek çok insanın hayatını olumsuz etkilediği gibi gebelik sürecinde bebeğin sağlığını da tehlikeye sokmaktadır. Hamilelikte grip, bağışıklık sisteminin baskılanması nedeniyle, normale göre hastalık anne adayı için daha ağır ve uzun geçmektedir" dedi.   "DOĞUM SONRASI ANNENİN GRİBİ BEBEĞE GEÇİRME RİSKİ FAZLA" Gebelik döneminde grip ve gripten korunma yolları hakkında bilgiler veren Opr. Dr. Özge Piri Mantar, "Grip solunum yollarına yerleşip, burada çoğalarak neden olduğu, hastanın hapşırması ya da öksürmesi sonucu başkalarına geçen, bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalığın tipik kuluçka süresi 1- 4 gündür. Yetişkinlerde semptomlar başlamadan 1 gün önce ve başladıktan 5 gün sonrasına kadar bulaşıcılığını korumaktadır. Grip tehlikeli ve korkutan bir hastalık değildir ama aynı şeyi hamile bir anne için söyleyemeyiz. Çünkü bu hastalığa yakalanan anne adayı yoğun ve yüksek bir ateş altındadır. Bu halsizlik ve iştahsızlık yapmaktadır. Bunlar hamile bir bayanda rastlandığı zaman hem anneyi hem de bebeği olumsuz yönden etkilemektedir. Grip baş ağrısı, halsizlik, ateş, yorgunluk ve yememe isteği oluşturur. Böylece bir annenin en önemli olan şeyi yemeden kesilmesidir. Yemek yemediği sürece hem bebek gelişmez hem de kendi bitkin düşmektedir. Gebeliğin son dönemlerinde gribe yakalanan bir anne adayının doğum sonrası hastalığını bebeğine geçirme riski fazladır" diye konuştu.   "GRİP ANNE ADAYLARINI RİSKE SOKARAK, BEBEK KAYBINA UĞRATABİLİR"" Anne adaylarında gribin bazen ciddi tablolar oluşturabileceğini belirten Opr. Dr. Özge Piri Mantar, "Ateş uzun süre 38.5 derecenin üzerine çıktığında, soluk alıp vermede güçlük varsa, göğüs ağrısı oluşursa, şiddetli kulak ağrısı, kulaktan akıntı ve kanama olursa, döküntü ve kızarıklık varsa, ense sertliği ortaya çıkarsa ve kronik öksürük izlenirse mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bunun için gebelik döneminde gribe yakalanmamak için anne adayları ellerinden geleni yapmalıdır. Grip anne adaylarını riske sokarak, bebek kaybına uğratabilir. Ancak hamile iken grip aşısı yaptırılabilir. Aşı yapılmadan önce bir doktor tarafından onaylanması gerekmektedir. Aşı sonrası annede gelişen antikorlar bir miktar bebeğe de geçerek yaşamının ilk aylarında onu da gribe karşı koruyacaktır. Grip aşısı canlı virüs içermediğinden gebelikte kullanılmasının da bir sakıncası olmamaktadır. Anne adaylarının grip sezonunda hamileliklerinin ikinci ve üçüncü aylarında grip aşısı olması önerilmektedir" şeklinde konuştu.   "ALINACAK ÖNLEMLER" Hamilelikte gribi daha hafif atlatmak için dikkat edilmesi gereken hususları belirten Opr. Dr. Özge Piri Mantar, "Bol bol istirahat edilmelidir. Vücut sıcaklığı doğru şekilde korunmalı ve sıkı giyinilmelidir. Terli şekilde soğuk yerde durulmamalıdır. Beslenmelerine oldukça dikkat edilmelidir. Bol miktarda sebze ve meyve tüketilmelidir. Uyku düzeni oldukça iyi korunmalıdır" şeklinde önerilerde bulundu.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

En duygusal organımız midemiz

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selim Gürel, duygusallık denildiğinde akla ilk gelen organın kalp olduğunu belirterek, "Aslında, en duygusal organımız midedir. Bir üzüntü, sinir, stres, aşkla gelen mutluluk, hüzün, sevinç, doğadaki kuş seslerinin yarattığı duygusal durum karşısında mide hemen reaksiyon verir. Bu tüm sindirim sistemini etkiler. Mesela havanın güzelliği veya kötülüğü bile o gün sindirim sistemimizi olumlu veya olumsuz etkiler" dedi.   Fakültenin Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Gürel yaptığı açıklamada, sindirim sistemi organlarını sinir sisteminin idare ettiğini söyledi.   Bu kontrol nedeniyle sinir sistemi rahat değilse mide ve sindirim sisteminin de rahat olmasının beklenemeyeceğini vurgulayan Gürel, özellikle bazı fonksiyonel sindirim sistemi hastalıkları dediğimiz ve karın bölgesindeki şişlikle kendisini hissettiren, rahatsızlık veren durumların arkasında sinir sisteminin bulunduğunu anlattı.   Sindirim sisteminin iyi çalışması için, kişinin ruh sağlığının da mutlaka iyi olması gerektiğine dikkati çeken Gürel, şöyle devam etti:   "Sindirim sistemi vücudumuzun en büyük sistemlerinden, organlarından biridir. Ağızdan başlıyor boşaltıma kadar uzanıyor. Bu birçok organı etkiliyor. Bu organlar içinde en duyarlı organımız yiyeceğin ilk biriktiği yerdir. Aslında, en duygusal organımız midedir. Bir üzüntü, sinir, stres, aşkla gelen mutluluk, hüzün, sevinç, doğadaki kuş seslerinin yarattığı duygusal durum karşısında mide hemen reaksiyon verir. Bu tüm sindirim sistemini etkiler. Mesela havanın güzelliği veya kötülüğü bile o gün sindirim sistemimizi olumlu veya olumsuz etkiler. Bir üzüntü, sinir halinde mide hemen reaksiyon verir, kendini kasar. Sindirim sistemi, kasılmalar ve gevşemeler halinde çalışır. Bu kasılma ve gevşemeler sizin sinir sisteminizle paralel çalışır."   - Hava durumu, sindirim sistemini etkileyebilir   Midenin ve bağırsakların çok duyarlı olduğunu, dış ve iç etkenlerden çok etkilendiğini ifade eden Gürel, "Hava diyelim kapalı, yağışlı, karanlık ve puslu ise o gün sindirim sisteminiz kötü etkilenebilir. Mideniz, bağırsaklarınız rahat çalışmayabilir. Hava güzel, bahar havası, her yer cıvıl cıvıl ise bundan kaynaklanan iyi ruh hali nedeniyle o gün sindirim sistemi çok daha güzel çalışır. Ruhsal olarak ne kadar huzurluysanız sindirim sisteminiz o kadar huzurlu olur. O nedenle sindirim sistemine çok duygusal bir sistem diyebiliriz" diye konuştu.   Gürel, "huzursuz bağırsak sendromu"nun da ruh hali daha bozuk, huzursuz insanlarda görüldüğünü belirterek, bunun, ruh haliyle sindirim sistemi ilişkisini çok net ortaya koyduğunu kaydetti.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

27 Şubat 2016 Cumartesi

2035'te kanser iki katına çıkacak

Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC) Kanser Sürveyans Bölümü Başkanı Freddie Bray, 2035'te kanser vakalarının iki katına çıkmasının beklendiğini bildirdi.   Ajans tarafından Kuzey Afrika ile Orta ve Batı Asya'da 29 ülke için uluslararası eğitim merkezi olarak belirlenen IARC İzmir Bölge Merkezi'nin açılışı dolayısıyla tören düzenlendi.     2035 yılında kanser iki katına çıkacak   Kanserle mücadelede yüksek kalitede veriye ve bunların araştırmalarda kullanılmasına ihtiyaç olduğunu vurgulayan Bray, "2035 yılında kanser iki katına çıkacak. Artan nüfus ve yaşlanma göz önünde bulundurulduğunda böyle bir rakam bekleniyor. Türkiye kanser kayıtçılığında iyi gelişti. Orta Asya'daki birçok üke de kanser kayıtçılığında ilerleme kaydediyor" dedi.   Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Gülsüm Nurhan İnce de  "Yıllardır yürütülen koruyucu sağlık hizmetleri, sağlığı geliştirici hizmetler, bu kurum bünyesinde gelişim göstermeye başladı" diye konuştu.   Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı Murat Gültekin ise kanserle mücadelede bilimsel veri ve istatistiklerin önemine dikkati çekerek, "Zaman zaman 'Şu ülkede, şurada kanser yokmuş, şurada çok azmış' gibi şeyler yer alıyor medyada. Bu tamamen kanser kayıtçılığına yaptığınız yatırımla ilişkili. Türkiye bunu çok önceden gördü. Türkiye'de kayıt oranı yüzde 100'lerde" ifadelerini kullandı.   AA  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Turpun faydaları saymakla bitmiyor

Bol vitamin deposu turp’un sağlık açısından birçok faydası bulunduğunu belirten Tutar, şu bilgileri verdi:   Her mevsim sofranızda yer alabilecek olan turp, yaz, kış ve sonbahar turpu olarak üç çeşittir. Ülkemizde genelde renklere göre çeşitlendirilmekte olup, en bilinenleri kırmızı ve siyah turptur. İçerdiği organik asitler nedeniyle keskin bir tada sahiptir. Bütün turp çeşitleri, antioksidan olarak bilinen flavonoidlerden zengindir. Karaciğer ve safra sağlığı açısından siyah turpu, antioksidan içeriği açısından kırmızı turpu tercih etmelisiniz.   TURP VE SAĞLIK * İçerdiği antioksidan bileşikler ile kansere karşı koruma sağlamaya yardımcı olur. * İçerdiği kükürtlü bileşikler sayesinde safra akışını hızlandırır. Kükürtlü birleşiklerin, karaciğer sağlığını koruduğu bilinmektedir. * Safra salgısı üzerindeki olumlu etkisi ile sindirimi kolaylaştırır. * İdrara çıkışı hafif dereceli hızlandırır, ödem çözücü etki gösterir. * Düşük glisemik indeksli (kan şekerini yavaş yükselten) ve yüksek posalı olduğu için şeker hastalarının rahatlıkla tüketebileceği bir sebzedir. * Lif içeriği yüksek olduğu ve fitosterol içerdiği için kan kolesterolünü azaltıcı etki gösterir. * Lif içeriği ve içerdiği glukosinolat birleşikleri ile kalın barsak kanseri başta olmak üzere, kansere karşı koruma sağladığı düşünülmektedir. * Düşük kalorili olduğu için diyet yapanlar için uygundur.   TURPUN ZENGİN İÇERİĞİ 10 küçük boy kırmızı turp rendesi (1 kâse) tükettiğinizde sadece 12 kalori alır, günlük posa ihtiyacınızın %25’ini karşılamış olursunuz.   Turp, yüksek oranda potasyum içerir. Potasyum, kalp kası dâhil kasların düzgün çalışması için gerekli bir mineraldir. Vücuda yeteri miktarda potasyum alımı, yüksek tansiyona karşı koruyucu özellik taşımaktadır. Turpun içerisinde yüksek düzeyde folat bulunması, turpu diğer sebzelerden ayrıcalıklı kılmaktadır. Folat vücudumuzdaki genetik kodlanmaların (DNA’nın) onarımında kullanılmaktadır. 1 kâse turp salatası tükettiğinizde günlük folat ihtiyacınızın % 7’sini karşılarsınız.   Kalsiyum mineralinin en iyi bitkisel kaynaklarından olan turp, özellikle menopoz dönemindeki kadınlara önerilmektedir. Ayrıca kemik erimesine karşı olumlu etkileri bilimsel çalışmalar ile desteklenmiştir. Turp yaprakları da turp kadar iyi bir kalsiyum kaynağıdır.   Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında görevli olan C vitamini, turpta yüksek oranda bulunmaktadır. Gün içerisinde 1 kâse turp salatası tüketilmesi günlük C vitamini ihtiyacımızın %40’ını karşılamaktadır. Kan kolesterolünün düşürülmesinde etkin madde olan fitosterol, 100 gram turpta 9 mg bulunmaktadır.   YAPRAĞIDA KENDİ KADAR FAYDALI Turp yaprağı; beta-karoten, C vitamini, E vitamini, B6 vitamini, B9 vitamini (folat) ile kalsiyum minerali açısından iyi bir kaynaktır. İçeriğindeki beta-karoten sayesinde göz ve akciğer sağlığının korunmasına yardımcı olur. C vitamininden zengin bir kaynak olması nedeniyle, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcıdır. Ayrıca yaşlanmayı yavaşlatıcı etkisi bulunmaktadır. E vitamini içeriği ile yaşa bağlı oluşan metal performans (hafıza) düşme hızını yavaşlatmaya yardımcı olur.   TURP YAPRAKLARINI NASIL TÜKETEBİLİRSİNİZ? *Çorbalara ilave ederek *Ispanak yemeği gibi pişirerek *Salatalara ilave ederek   AŞIRI YEMENİN ZARARLARI * İçerdiği kükürtlü birleşikler nedeniyle gaz yapıcı özelliği vardır. * Aşırı tüketilmesi sonucunda barsakları hızlandırıcı etki yaparak ishale sebep olabilir. * Turp yüksek oranda oksalat içerir. Oksalatlar, vücuttan demir ve kalsiyum gibi değerli minerallerin atılmasına yol açar. Yüksek oranda turp tüketimi, mineral kaybına neden olarak yarar yerine zarar getirir.   KİMLER AZ YEMELİ? * Böbreklerinden kalsiyum-oksalat kumu dökenler * İshal geçirmekte olan kişiler ve gaz sancısı çeken kişiler * Mutsuz barsak sendromu olan kişiler * Gastriti olanlar pişmiş olarak tüketmelidir. * Açık ülser yarası olan kişiler tüketmemelidir.   SAĞLIKLI KİŞİ İÇİN İDEAL PORSİYON: Günde 1 kâse turp salatası olarak tüketmek yeterlidir. Turp, bürüksel lahanası, karnabahar, brokoli gibi sebzeler ile aynı soydan geldiği için bu sebzeleri tüketen kişinin aynı gün turp tüketmesine gerek yoktur. 

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Et alamayanlara yumurta önerisi

Yumurta Üreticileri Merkez Birliği (YUM-BİR) Genel Sekreteri Hüseyin Sungur, Türkiye'de un tüketiminin gelişmiş ülkelerin yaklaşık üç katı olduğunu, buna karşılık hayvansal protein tüketiminin son derece düşük seviyede kaldığını belirterek, "Et alamayan tüketiciler, hayvansal protein açığını, her yerde kolayca bulunabilen ve ucuz olan yumurta tüketerek giderebilir" dedi.   Sungur yaptığı açıklamada, Türkiye'de beslenme şeklinin, gelişmiş ülkelerin aksine bitkisel gıda ağırlıklı olduğuna işaret etti.   Hayvan ürün maliyetlerinin kısmen yüksek olması ve tüketicinin alım gücünün düşüklüğünün hayvansal ürün tüketimini kısıtladığını ileri süren Sungur, gelişmiş ülkelerde kişi başına 70 gramı hayvansal kökenli 102 gram olan günlük protein tüketiminin, Türkiye'de 17 gramı hayvansal kökenli 84 grama indiğine dikkati çekti.   Sungur, Türkiye'de tüm hayvansal ürünlerin kişi başına tüketiminin, gelişmiş ülkelerin altında olduğuna değinerek, şöyle konuştu:   "Türkiye'de kişi başına 320-325 kilogram un tüketilirken, gelişmiş ülkelerde bu rakam 70-110 kilogram arasında değişmektedir. Bu da göstermektedir ki Türkiye, gelişmiş ülkelere göre yaklaşık 3 kat fazla un tüketmektedir. Türkiye’de kişi başına yıllık et tüketimi 12 kilogramken ABD'de 117, Arjantin’de 100, Avustralya’da 95 kilograma ulaşıyor. Avrupa’da ise deli dana hastalığına rağmen kişi başına düşen yıllık et tüketimi 105 kilogram civarındadır."   - "Fiyatı arttı, tüketimi daha da düştü"   Hüseyin Sungur, et tüketimindeki kıyaslamada aradaki uçurumun en önemli nedenin ekonomik olduğunu ifade ederek, "Yükselen kırmızı et fiyatları, zaten düşük olan et tüketiminin daha da düşmesine neden olmuştur" dedi.   Et, süt ve peynir gibi protein depolarının "ölü enerji" kaynağı, yumurtanın ise "canlı enerji"yi barındıran tek protein kaynağı olduğunu savunan Sungur, insan vücudunda sentezlenemeyen ve kesinlikle besinlerle dışarıdan alınması gerekli olan "elzem amino grup asitleri"ni barındırması dolayısıyla, yumurtanın tüm besinler içerisinde en kaliteli proteini içerdiğine dikkati çekti.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

26 Şubat 2016 Cuma

Turpun faydaları saymakla bitmiyor

Bol vitamin deposu turp’un sağlık açısından birçok faydası bulunduğunu belirten Tutar, şu bilgileri verdi:   Her mevsim sofranızda yer alabilecek olan turp, yaz, kış ve sonbahar turpu olarak üç çeşittir. Ülkemizde genelde renklere göre çeşitlendirilmekte olup, en bilinenleri kırmızı ve siyah turptur. İçerdiği organik asitler nedeniyle keskin bir tada sahiptir. Bütün turp çeşitleri, antioksidan olarak bilinen flavonoidlerden zengindir. Karaciğer ve safra sağlığı açısından siyah turpu, antioksidan içeriği açısından kırmızı turpu tercih etmelisiniz.   TURP VE SAĞLIK * İçerdiği antioksidan bileşikler ile kansere karşı koruma sağlamaya yardımcı olur. * İçerdiği kükürtlü bileşikler sayesinde safra akışını hızlandırır. Kükürtlü birleşiklerin, karaciğer sağlığını koruduğu bilinmektedir. * Safra salgısı üzerindeki olumlu etkisi ile sindirimi kolaylaştırır. * İdrara çıkışı hafif dereceli hızlandırır, ödem çözücü etki gösterir. * Düşük glisemik indeksli (kan şekerini yavaş yükselten) ve yüksek posalı olduğu için şeker hastalarının rahatlıkla tüketebileceği bir sebzedir. * Lif içeriği yüksek olduğu ve fitosterol içerdiği için kan kolesterolünü azaltıcı etki gösterir. * Lif içeriği ve içerdiği glukosinolat birleşikleri ile kalın barsak kanseri başta olmak üzere, kansere karşı koruma sağladığı düşünülmektedir. * Düşük kalorili olduğu için diyet yapanlar için uygundur.   TURPUN ZENGİN İÇERİĞİ 10 küçük boy kırmızı turp rendesi (1 kâse) tükettiğinizde sadece 12 kalori alır, günlük posa ihtiyacınızın %25’ini karşılamış olursunuz.   Turp, yüksek oranda potasyum içerir. Potasyum, kalp kası dâhil kasların düzgün çalışması için gerekli bir mineraldir. Vücuda yeteri miktarda potasyum alımı, yüksek tansiyona karşı koruyucu özellik taşımaktadır. Turpun içerisinde yüksek düzeyde folat bulunması, turpu diğer sebzelerden ayrıcalıklı kılmaktadır. Folat vücudumuzdaki genetik kodlanmaların (DNA’nın) onarımında kullanılmaktadır. 1 kâse turp salatası tükettiğinizde günlük folat ihtiyacınızın % 7’sini karşılarsınız.   Kalsiyum mineralinin en iyi bitkisel kaynaklarından olan turp, özellikle menopoz dönemindeki kadınlara önerilmektedir. Ayrıca kemik erimesine karşı olumlu etkileri bilimsel çalışmalar ile desteklenmiştir. Turp yaprakları da turp kadar iyi bir kalsiyum kaynağıdır.   Bağışıklık sisteminin düzgün çalışmasında görevli olan C vitamini, turpta yüksek oranda bulunmaktadır. Gün içerisinde 1 kâse turp salatası tüketilmesi günlük C vitamini ihtiyacımızın %40’ını karşılamaktadır. Kan kolesterolünün düşürülmesinde etkin madde olan fitosterol, 100 gram turpta 9 mg bulunmaktadır.   YAPRAĞIDA KENDİ KADAR FAYDALI Turp yaprağı; beta-karoten, C vitamini, E vitamini, B6 vitamini, B9 vitamini (folat) ile kalsiyum minerali açısından iyi bir kaynaktır. İçeriğindeki beta-karoten sayesinde göz ve akciğer sağlığının korunmasına yardımcı olur. C vitamininden zengin bir kaynak olması nedeniyle, bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcıdır. Ayrıca yaşlanmayı yavaşlatıcı etkisi bulunmaktadır. E vitamini içeriği ile yaşa bağlı oluşan metal performans (hafıza) düşme hızını yavaşlatmaya yardımcı olur.   TURP YAPRAKLARINI NASIL TÜKETEBİLİRSİNİZ? *Çorbalara ilave ederek *Ispanak yemeği gibi pişirerek *Salatalara ilave ederek   AŞIRI YEMENİN ZARARLARI * İçerdiği kükürtlü birleşikler nedeniyle gaz yapıcı özelliği vardır. * Aşırı tüketilmesi sonucunda barsakları hızlandırıcı etki yaparak ishale sebep olabilir. * Turp yüksek oranda oksalat içerir. Oksalatlar, vücuttan demir ve kalsiyum gibi değerli minerallerin atılmasına yol açar. Yüksek oranda turp tüketimi, mineral kaybına neden olarak yarar yerine zarar getirir.   KİMLER AZ YEMELİ? * Böbreklerinden kalsiyum-oksalat kumu dökenler * İshal geçirmekte olan kişiler ve gaz sancısı çeken kişiler * Mutsuz barsak sendromu olan kişiler * Gastriti olanlar pişmiş olarak tüketmelidir. * Açık ülser yarası olan kişiler tüketmemelidir.   SAĞLIKLI KİŞİ İÇİN İDEAL PORSİYON: Günde 1 kâse turp salatası olarak tüketmek yeterlidir. Turp, bürüksel lahanası, karnabahar, brokoli gibi sebzeler ile aynı soydan geldiği için bu sebzeleri tüketen kişinin aynı gün turp tüketmesine gerek yoktur. 

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

25 Şubat 2016 Perşembe

Akciğer kanserine dikkat!

Akciğer kanserinin görülme sıklığındaki artışın nedenleri arasında ise başta sigara tüketimi olmak üzere, çevre kirliliği ve havadaki kanserojenler yer alıyor. Akciğer kanserine erken tanı konulduğunda tam tedavi başarısı yüzde 85-90 gibi oldukça yüksek bir oranda seyrediyor. Ancak belirtilerin hasta tarafından önemsenmemesi ve hastalığın sinsi seyretmesi nedeniyle akciğer kanserinin fark edilmesi genellikle ileri evrelerde gerçekleşiyor. Acıbadem Fulya Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reha Baran, bu nedenle erken tanı için özellikle sigara içen ve 50 yaş üzerinde olan kişilerin yıllık akciğer tarama programlarına katılmalarını, inatçı öksürük ve balgamda kan görülmesi gibi durumlarda ise zaman kaybetmeden mutlaka bir hekime başvurmalarını öneriyor.

Erkekler arasında en sık görülen kanser türü

Dünyadaki tüm kanserlerin yüzde 12,9’unu akciğer kanseri oluşturuyor. Yeni olgu sayısı ise yıllık 1,8 milyonda seyrediyor. Ülkemizde de her yıl 30-40 bin kişiye yeni tanı konulacağı öngörülüyor. Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reha Baran, “Kanser türlerine bağlı ölümlerde her 5 kanser hastasından 1’inin akciğer kanseri sebebiyle hayatını kaybettiğine dikkat çekiyor. Akciğer kanserinin görülme sıklığı tüm kanserler arasında erkeklerde ilk sırada, kadınlarda ise ilk 5 içinde yer alıyor. Ülkemizde akciğer kanserinin kadınlarda görülme sıklığı yüz binde 10 iken erkeklerde bu sayı 75’e yükseliyor. Bunun nedeni ise erkeklerde sigara içme oranlarının yüksek olması, endüstriyel işlerde daha fazla çalışmaları ve stres.

Ölümcül hastalığın yüzde 90 sebebi sigara!

Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Reha Baran akciğer kanserine yol açan faktörleri, “Akciğer kanseri oluşumunun yüzde 90’ını sigara oluşturuyor. Bunun yanı sıra akciğer kanserine neden olan faktörler arasında; toprakta bulunan radon gazı, asbest, diğer kimyasallara maruz kalma, yüksek düzeyde hava kirliliği, içilen sudaki yüksek arsenik oranı, akciğere önceden radyasyon tedavisi uygulanması gibi sebepler yer alıyor” şeklinde anlatıyor. Tüm bu faktörlere maruz kalan kişiler ve ailesinde kanser hikayesi olanlar risk altında bulunuyor.

Öksürük ve halsizlik varsa, dikkat

Akciğer kanserinde erken tanının çok önemli olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Reha Baran, bu hastalığın çok tehlikeli olmasını ise şöyle açıklıyor: “Akciğer kanserinin ilk belirtileri arasında yer alan inatçı öksürük ve halsizlik ne yazık ki hastalar tarafından fark edilse de, başka nedenlere bağlı olduğu düşünülerek önemsenmiyor. Özellikle sigara içenler bunun sigaraya bağlı olduğunu düşünerek dikkate almıyor. Bu yüzden hastaya genellikle başka bir nedenle çekilen akciğer grafisi sonrasında tanı konulabiliyor. Oysa her hastalıkta olduğu gibi akciğer kanserlerinde de erken tanı büyük önem taşıyor. Çünkü erken tanı sayesinde ameliyatla tam tedavi sağlanabiliyor”

Yılda 1 kez tarama öneriliyor

Tanı koyma yöntemlerinde, ortalama 30 yıl 1 paket ya da 15 yıl 2 paket sigara içen kişilerde veya son 15 yıl içinde sigarayı bırakmış 55-75 yaş arası kişilerde düşük doz akciğer tomografisi diğer tüm yöntemlerden yüzde 20 daha başarılı oluyor.

Erken tanıda başarı oranı yüzde 90!

Akciğer kanseri tedavisinde, hastalığın hücre tipi, evresi ve hastanın klinik durumunun büyük bir önem taşıdığına dikkat çeken Prof. Dr. Reha Baran, tedavi aşamasıyla ilgili şu bilgileri veriyor: “Hastalığın dört evresi ve bu evrelerin de alt grupları bulunuyor. Evre III-A dediğimiz grup da dahil olmak üzere her hastanın ameliyat şansı bulunuyor. En yüksek hayatta kalma oranları ameliyat olan hastalardır. Evre I denilen erken evrede tedaviyle başarı oranı yüzde 85-90 civarında seyrediyor. Bunun yanı sıra yeni tedavi yöntemleri kapsamında, günümüzde kanserli doku hücrelerindeki genetik değişiklikleri hedef alan ilaçlar geliştiriliyor ve kullanılıyor.”

En önemli korunma yolu sigarayı bırakmak

Önlenebilir bir hastalık olan akciğer kanserinin en önemli nedeni tütün ve tütün ürünlerinin kullanımı olarak biliniyor. Prof. Dr. Reha Baran, “Bu sebeple sigaraya başlamanın önlenmesi ve içenlerin bıraktırılması hastalıktan korunmanın en önemli faktörü. Bunun yanı sıra radyasyon maruziyetine neden olan akciğer grafisi veya bilgisayarlı tomografi gibi tetkiklerin zorunlu olmadıkça yapılmaması öneriliyor. Asbest, radon ve zararlı gaz ve kimyasallara maruz kalmanın önlenmesi, çevresindeki solunum havasında asbest lifleri bulunan kişilerde profesyonel koruyucu solunum maskeleri kullanılması kanser riskini azaltabiliyor”

Bu belirtiler akciğer kanseri habercisi olabilir

Akciğer kanseri tanısı konulan hastalarda belirtiler tümörün akciğer içindeki yerleşimine, büyüklüğüne, yayılım yerine ve yayılma derecesine bağlı olarak çeşitlilik gösteriyor.

Tümörün göğüs içi yayılımına bağlı belirtiler:

Devamlı yoğun öksürük

Göğüs, omuz ve sırt ağrısı

Balgam miktar ve renginde değişme

Kanlı balgam ve kan tükürme

Nefes darlığı

Ses kısıklığı

Yutma bozukluğu

Boyun ve yüzde şişlik

Göz kapağında düşme

Hışıltılı solunum

Tekrarlayan bronşit veya zatürre atakları

Tümörün göğüs dışı (karaciğer, lenf bezeleri, beyin, böbrek üstü bezleri, vb.) yayılımına bağlı belirtiler:

Baş ağrısı,

Bulantı, kusma

Denge bozukluğu, baygınlık, hafıza kaybı

Cilt altı şişlikler

Kemik veya eklem ağrısı, kemik kırıkları

Genel halsizlik

Kanama, pıhtılaşma bozuklukları

İştah kaybı, açıklanamayan kilo kaybı

Kaşeksi (kas erimesi)

Yorgunluk



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Aromalı latte'lerde kola kadar şeker var

Aromalı ve şuruplu latte, mocha gibi popüler sütlü kahve türlerinde kola kadar şeker bulunduğu belirlendi.

İngiltere'de fazla şeker kullanımına karşı kampanya yürüten bir grup, kafelerde satılan 131 sıcak içeceği inceledi.

Bunlardan üçte birinde, her biri 9 kaşık şeker içeren en az bir teneke kutu Pepsi ya da Coca-Cola kadar şeker olduğu belirlendi.

Action on Sugar adlı grup, bazı sıcak içeceklerde şeker miktarının 20 tatlı kaşığının üzerine çıktığını kaydetti.

İncelenen sıcak içecekler arasında mocha ve latte gibi aromalı kahveler, meyveli sıcak içecekler ve sütlü çikolata hot chocolate'lar da bulunuyor.

Image copyright PA

Action on Sugar, üzerinde besin değerini gösteren bir etiket olsaydı, bu içeceklerden yüzde 98'inin yüksek şeker içerdiği için kırmızı etiket alacağını söyledi.

İngiltere Ulusal Sağlık Hizmetleri, 11 yaş ve üzerindekilere günde en fazla 30 gram, ya da 7 tatlı kaşığı şeker almalarını öneriyor.

Action on Sugar'ın araştırmasına göre ise, Starbucks'ın portakal ve tarçınlı sıcak içeceği, 25 tatlı kaşığı şeker içeriyor.

Fast Food zinciri KFC'nin mocha'sı ile Starbucks'ın sıcak çikolatasında 15 kaşık, Caffe Nero'nun Caramelatte'sinde ise 13 kaşık şeker bulundu.

Action on Sugar adına araştırma yapan Kawther Hashim, kahve zincirlerine kullandıkları şeker miktarını azaltmaları, etiketleme işini daha iyi yapmaları ve en büyük boy içecekleri kaldırmaları çağrısında bulundu.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

24 Şubat 2016 Çarşamba

"Günde 3 kestane tüketin"

Kış aylarında akşamların sevilen yiyeceği kestane, sağladığı nostaljik ortamın yanı sıra sağlığa faydalarıyla da dikkati çekiyor. Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Koçoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kestanenin kış aylarında bol bulunduğunu ve sevilen bir meyve türü olarak sık tüketildiğini söyledi.

Su oranı düşük olan kestanenin, kalori ve karbonhidrat içeriğinin yüksek olduğunu, bundan dolayı kan şekerini yükseltmediğini ifade eden Koçoğlu, doyuruculuk açısından 3 kestanenin bir dilim ekmekle eşdeğer olduğunu dile getirdi.

"Günde 3 kestane tüketin"

Koçoğlu, kestanenin lif oranı çok yüksek olduğu için birçok hastalığa karşı koruyucu özelliği olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Kanser, kalp, diyabet gibi hastalıklarından korunmada lif oranı yüksek yiyecekler alınması çok önemli. Potasyum içeriği ile dolaşımı ve tansiyonu düzenliyor. Magnezyum da özellikle kemik dokusu için yararlı. Kestanenin sinir sisteminin çalışmasında da olumlu etkileri var. Varis ve hemoroid gibi rahatsızlıkları olanların kestane tüketmesini öneriyoruz. Kestanenin haşlanarak pişirildiğinde kalori oranı düşüyor, kızartıldığında ise kalori oranı yükseliyor ve daha çok enerji veriyor. Bu açıdan günde 3 kestane tüketilmesini öneriyoruz."

AA



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Hangi besin ne zaman tüketilmeli?

Beslenme ve Diyet Uzmanı Gaye Başkurt ile Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özturna hangi besini ne zaman yememiz gerektiğini anlatıyor.   Kahvaltıda yağı azaltıp posalı yiyeceklere yönelin Güne yeterli ve dengeli beslenmeyi des­tekleyen, besin içeriği kuvvetli yiyeceklerle başlamak gün boyu vücudun verimini artırıyor. Geceden sabaha yaklaşık 8 saatlik açlık sonrası kahvaltıdaki besin seçimi çok önemli. Kahvaltıda yağda kızarmış, şekerli, yağlı yiyecekler gibi sindirimi zor olan gı­dalar yerine sindirim sistemini yormayan az yağlı peynirler, yumurta, az miktarda zeytin, bol yeşillik, tam buğday ekmeği, az miktarda bal gibi besinler tercih edin. Böylelikle yağ miktarını azaltılıp posayı artırarak güne başlarken sindirim sistemi­ni zorlamamış olursunuz.   Öğle yemeğinde protein tercih ederek enerjinizi dengeleyin Günün ortasındaki öğle öğününde ener­jinin çok iyi dengelenmesi gerekiyor. Yağ içeriği yüksek etlerin, kızartılarak yapılan sindirimi zor yiyeceklerin tüketilmesi gün içerisinde konsantrasyon ve performansın olumsuz etkilenmesine neden oluyor. Dolayısıyla gün ortasındaki bu öğün; hem günlük enerjinin yüzde 30-40’ını karşıla­yabilmeli hem de sindirim sistemini yor­mamalı. Protein içeriği yüksek gıdaların öğle öğününde, posa içeriği yüksek sebze yemeklerinin akşam öğününde tercih edilmesi sindirim sistemini zorlamaz.   Akşam sebzenin yanında yoğurt ve bulgur pilavı tüketin Çalışma hayatıyla birlikte bazen geç saatle­re sarkan akşam yemeğinde sindirimi son derece kolay yemeklerin tüketilmesi me­tabolizmayı yormaz. Etli veya zeytinyağlı sebze yemeğinin yanında yoğurt, az mik­tarda kepekli makarna veya bulgur pilavı tercih edebilirsiniz.   Ara öğünlerde çiğ badem ve fındıkla kan şekerinizi düzenleyin Ara öğünlerde meyvenin yanı sıra ceviz, çiğ badem, çiğ fındık gibi yağlı tohumları az miktarda tercih edin. Bu tohumlar yapılarında bulunan omega-3 yağ asidi sayesinde mideyi diğer besinlere göre daha geç terk ediyor. Dolayısıyla da iki öğün arasında kan şekerinin daha dengeli ayarlanmasını sağlıyor. Ara öğünde meyve tüketilmesi günlük posa gereksinimini karşılayacağı için bağırsak sağlığını da koruyor. Günlük en az 5 porsiyon meyvenin 2 veya 3 ara öğün şeklinde tüketilmesi gerekiyor.   Bir bardak kefir içmek sindirim sistemini rahatlatıyor  Gece yatmadan iki saat önce meyve ve 1 bardak kefirden oluşan ufak bir ara öğün yapılması; sindirim sisteminin rahat çalışması sağlıyor. Aynı zamanda sabaha kadar uzun sürecek olan açlıkta kan şekerinin düzenlenmesine yardımcı oluyor.   Yağsız yoğurt yiyerek bel çevresindeki yağlardan kurtulun  Yapılan çalışmalar günde 3 kase yağsız yoğurt yiyenlerin daha kolay zayıfladıklarını ve bel çevresindeki yağlarının azaldığını gösteriyor. Yoğurt kilo vermek isteyenler için hem sağlıklı bir seçim hem de karbonhidrat-protein içeriğinden dolayı doyurucu. 1 porsiyon yoğurt tüketmek günlük kalsiyum ihtiyacının yüzde 30’unu karşılıyor. Ayrıca içeriğinde bulunan prebiyotikler bağışıklığı güçlendiriyor, sindirim sistemini sağlıklı kılıyor. Meyveli ya da az yağlı yoğurt ara öğün veya ana öğün yerine geçebilir.   Ekmekten vazgeçmeyin!  Günlük enerji ihtiyacımızdan fazla tükettiğimiz her gıda kilo aldırıyor. Ancak ekmek, makarna ve diğer tahıllı gıdalar gibi yüksek karbonhidratlı besinlerin kalorileri genel olarak düşük. Karbonhidratların her gramı 4 kaloriyken, yağın her gramı 9 kalori içeriyor. Bu yüzden ekmek şişmanlatır, kilo aldırır ifadesini kullanırken dikkat etmek gerekiyor. Çünkü asıl kalori ekmekten çok ekmekle birlikte tüketilen kalorice zengin gıda maddelerinden geliyor. Ekmek ortalama yüzde 45 oranında karbonhidrat içeriyor. Ancak bu oran basit şekerlerden değil nişasta gibi kompleks karbonhidratlardan oluşuyor. Çok tahıllı ekmeklerde sadece karbonhidrat değil mineraller, doymamış yağlar dediğimiz omega 3 ve 6, fitokimyasallar, antioksidanlar, E ve B vitaminler bulunuyor.   Az su içmek ödemi artırıyor!  Sağlıklı beslenmenin en önemli öğesi sudur. Kalorisi olmamasına rağmen, vücut fonksiyonlarında sindirim, metabolizma ve hücre korunmasında katalizör görevi yapıyor. Su kilo vermek isteyenlerin de en büyük yardımcısı, iştahı azaltıp metabolizmayı hızlandırıyor. Eğer yetersiz su içiyorsanız vücudunuz aldığınız suyu tutar ve şişkinlik yaşarsınız. Ödem, şişkinlik, tansiyon problemleri yaşamamak için sağlıklı bir yetişkinin günde 1.5-2.5 litre su içmesi gerekiyor.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

23 Şubat 2016 Salı

Kış aylarında ara öğünlerde neler tüketmeli?

Ara öğün tercihinin taze ve kuru meyvelerden yapılabileceğini belirten Diyetisyen Elif Bilgin, “Özellikle kış aylarında meyveler lif içeriğinin fazla olması nedeni ile hem sindirim sisteminizi düzenler hem de uzun süreli tok kalmanızı sağlar. Kış aylarının incisi vitamin deposu portakal, mandalina, kivi, greyfurt, antioksidan içeriği yüksek nar ise bağışıklık sisteminizi güçlendirir, bağırsak hareketlerinizi artırır. Kuru meyvelerin hem tüketimi pratiktir hem de gün içinde enerjik ve zinde olmanızı sağlar” dedi.   Süt ve süt ürünlerinin de ara öğünde tüketilebileceğini kaydeden Diyetisyen Elif Bilgin, şöyle konuştu:   “Protein ve kalsiyum içeriği yüksek olan süt ve süt ürünleri uzun süreli tokluk sağlar. Probiyotik yoğurtlar ve içecekler kış aylarında bağışıklık sistemi için çok faydalıdır. Mutlaka ara öğünlerde tüketilmelidir.  Yağlı Tohumlar: Ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar yüksek lif, magnezyum, çinko ve E vitamini içeriğinden besleyici besinlerdir. Yağlı tohumlar meyvelerle birlikte tüketildiğinde kan şekerini hızlı yükselmesini önler ve uzun süreli tokluk sağlar.    Kış Sebzelerinden Havuç: Tok karnına tüketilen çiğ havuç, bağışıklık sistemini güçlendiren A vitaminini çok miktarda içeriyor. Kan şekerini yükseltme özelliği yüksek olan havuç diyabetli hastalarda dikkatli tüketilmelidir. Salatalara çok az miktarda eklenebilir. Sağlıklı bireylerde ise tok karına günde 2 tane havuç tüketilebilir.    Diyet ürünler: Diyet ürünler ara öğünlerde tercih edilebilir. Ancak diyet ürünlerle ilgili ‘diyet’ nasıl olsa istediğim kadar yiyebilirim düşüncesi oluşmamalıdır. Kolay taşınabilir ve kalorisi düşük olduğu için tercih edilebilir ürünlerdir.    Boza: Boza, darı irmiği, su ve şekerden üretilen alkolsüz, hafif mayalı bir içecektir. Bilinen en eski Türk içeceklerinden biridir. Zengin karbonhidrat, protein ve B Grubu vitamin içeriği nedeni ile yoğun iş temposunda çalışanlar, gebeler, emziren anneler ve sporcular için enerji içeriği yüksek, besleyici,100 ml si 240 kalori içerir. Karbonhidrat ve proteinin yanı sıra birçok besin öğesini içerdiğinden besleyici özelliği nedeniyle “sıvı ekmek” olarak anılan boza; kalsiyum, demir, fosfor, sodyum, tiamin, niasin, riboflavin bakımından değerlidir. Mayalı bir içecektir. Bu da içinde laktik asit oluşmasına neden olarak, mideyi koruyucu etki yaratır, sindirimi kolaylaştırır, gaz şikâyetlerinin ortadan kalkmasını sağlar, kabızlığı azaltır, mide yanması gibi şikâyetlerin oluşmasına engel olur. Üzerine eklenen toz tarçın ise kan şekerini düzenleyici etkiye sahiptir.    Sahlep: Sahlep, yabani orkide çiçeklerinin soğanlarına verilen bir isimdir. Kışın tüketimi artan sahlep, şekersiz yapıldığında ve üzerine zencefil ve toz tarçın eklendiğinde güzel bir ara öğün tercihi olabilir. Mide şikâyetlerini azaltan, öksürüğe iyi gelen güzel bir alternatiftir.    Bitki Çayları: Siyah çay ve kahve kültürel alışkanlıklarımızdan biridir. Ancak bu çaylarda aşırıya kaçıldığında kansızlığa, kafein nedeni ile de uykusuzluğa sebep olabilir. Ihlamur, rezene, papatya, yeşil çay ve diğer bitki çaylarından tüketebilirsiniz. Yeşil çay doygunluk hissi veren hormonların artmasını sağlar. Böylece öğün aralarında içeceğiniz yeşil çay 2-4 saat tokluğunuzun sürmesini sağlar. Çayın Yanında    Atıştırmalıklar: Havanın soğuk gecelerin uzun olması ile birlikte çay tüketiminin artması ile yanında mutlaka atıştırmalıklar tüketiyorsanız tercihiniz; yulaflı kuru meyveli kurabiyeleri, leblebiler, tam buğday unu veya kepekli undan yapılan galetalar olabilir. Yatmadan 2 saat önce besin tüketiminin sonlandırılıp, su tüketiminin devam ettirilmesi gerektiğini unutmayın.”

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

22 Şubat 2016 Pazartesi

En duygusal organımız midemiz

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selim Gürel, duygusallık denildiğinde akla ilk gelen organın kalp olduğunu belirterek, "Aslında, en duygusal organımız midedir. Bir üzüntü, sinir, stres, aşkla gelen mutluluk, hüzün, sevinç, doğadaki kuş seslerinin yarattığı duygusal durum karşısında mide hemen reaksiyon verir. Bu tüm sindirim sistemini etkiler. Mesela havanın güzelliği veya kötülüğü bile o gün sindirim sistemimizi olumlu veya olumsuz etkiler" dedi.   Fakültenin Gastroenteroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi de olan Gürel yaptığı açıklamada, sindirim sistemi organlarını sinir sisteminin idare ettiğini söyledi.   Bu kontrol nedeniyle sinir sistemi rahat değilse mide ve sindirim sisteminin de rahat olmasının beklenemeyeceğini vurgulayan Gürel, özellikle bazı fonksiyonel sindirim sistemi hastalıkları dediğimiz ve karın bölgesindeki şişlikle kendisini hissettiren, rahatsızlık veren durumların arkasında sinir sisteminin bulunduğunu anlattı.   Sindirim sisteminin iyi çalışması için, kişinin ruh sağlığının da mutlaka iyi olması gerektiğine dikkati çeken Gürel, şöyle devam etti:   "Sindirim sistemi vücudumuzun en büyük sistemlerinden, organlarından biridir. Ağızdan başlıyor boşaltıma kadar uzanıyor. Bu birçok organı etkiliyor. Bu organlar içinde en duyarlı organımız yiyeceğin ilk biriktiği yerdir. Aslında, en duygusal organımız midedir. Bir üzüntü, sinir, stres, aşkla gelen mutluluk, hüzün, sevinç, doğadaki kuş seslerinin yarattığı duygusal durum karşısında mide hemen reaksiyon verir. Bu tüm sindirim sistemini etkiler. Mesela havanın güzelliği veya kötülüğü bile o gün sindirim sistemimizi olumlu veya olumsuz etkiler. Bir üzüntü, sinir halinde mide hemen reaksiyon verir, kendini kasar. Sindirim sistemi, kasılmalar ve gevşemeler halinde çalışır. Bu kasılma ve gevşemeler sizin sinir sisteminizle paralel çalışır."   - Hava durumu, sindirim sistemini etkileyebilir   Midenin ve bağırsakların çok duyarlı olduğunu, dış ve iç etkenlerden çok etkilendiğini ifade eden Gürel, "Hava diyelim kapalı, yağışlı, karanlık ve puslu ise o gün sindirim sisteminiz kötü etkilenebilir. Mideniz, bağırsaklarınız rahat çalışmayabilir. Hava güzel, bahar havası, her yer cıvıl cıvıl ise bundan kaynaklanan iyi ruh hali nedeniyle o gün sindirim sistemi çok daha güzel çalışır. Ruhsal olarak ne kadar huzurluysanız sindirim sisteminiz o kadar huzurlu olur. O nedenle sindirim sistemine çok duygusal bir sistem diyebiliriz" diye konuştu.   Gürel, "huzursuz bağırsak sendromu"nun da ruh hali daha bozuk, huzursuz insanlarda görüldüğünü belirterek, bunun, ruh haliyle sindirim sistemi ilişkisini çok net ortaya koyduğunu kaydetti.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Diyabete yakalanmamak için bunları yapın!

Diyabetin en büyük nedenlerinden olan insülin direnci, kalp ve damar yolu hastalıkları, obezite ile hipertansiyon hastalıklarının temelini oluşturuyor. Yaşam kalitesini bozan bu hastalık hakkında bilgiler veren İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, diyabetin ortaya çıkışını anlattı. Ziya Ömer, "Besinlerle aldığımız şekerin hücrelerde enerji olarak kullanılabilmesi için insüline ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak kötü beslenme alışkanlığı ve hareketsiz yaşam gibi faktörler insülinin glikozu hücre içine sokma görevi engellenmekte bu nedenle pankreastan daha fazla insülin salgılanmaktadır. Böylece kandaki şeker miktarı yükselmeye başlıyor ve diyabet ortaya çıkıyor" dedi.

Pankreastan salgılanan fazla insülinin kalp hastalıklarına neden olduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Ziya Ömer, "İnsülin direnci kalp damarlarından ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu hastalığa sahip kişilerin kalp hastalığına yakalanma riski daha da artıyor. Dünyada en fazla ölümün kalp hastalıklarından olduğu düşünülürse, bu hastalığın ciddiyetini daha da anlayabiliriz. Özellikle bayanlarda daha sık görülen bu hastalık özellikle 40-60 yaş arasında ortaya çıkıyor. Kötü beslenen gençlerde de insülin direncine rastlayabiliyoruz” diye konuştu.

KİŞİ TATLIYA YÖNELİYOR

İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, şöyle devam etti:
"İnsülin, glikozu hücrenin içerisine sokarak etki eder. Hücre düzeyinde karaciğerde, kaslarda ve dokularda hücre düzeyinde insüline yeterince duyarlılık olmadığı için glikoz hücrenin içerisine giremez. Bu nedenle salgılanan insülin oranı artar. Ancak bu kez de yüksek insülin ortaya çıkar. Bu durum kişiyi acıktırır, karbonhidratlı ve şekerli gıdalar yeme hissi oluşturur. Bunun sonucunda kilo sorunları ve tedavi edilmemesi halinde obezite ortaya çıkar".

Dr. Ziya Ömer, kişilerin kilo vererek insülün direncini kırabileceğini ifade ederek, "Hastaların sağlığına kavuşabilmesi için beslenme programı hazırlanarak zayıflatılması gerekir. İnsülin direncine sahip kişiler düzenli spor yapmayı alışkanlık haline getirmelidir. Kişilerin kilo vererek insülin direncini kırması mümkün. Bunun dışında ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir" şeklinde konuştu.
 


21 Şubat 2016 Pazar

"Günde 3 kestane tüketin"

Kış aylarında akşamların sevilen yiyeceği kestane, sağladığı nostaljik ortamın yanı sıra sağlığa faydalarıyla da dikkati çekiyor. Cumhuriyet Üniversitesi (CÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Koçoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kestanenin kış aylarında bol bulunduğunu ve sevilen bir meyve türü olarak sık tüketildiğini söyledi.

Su oranı düşük olan kestanenin, kalori ve karbonhidrat içeriğinin yüksek olduğunu, bundan dolayı kan şekerini yükseltmediğini ifade eden Koçoğlu, doyuruculuk açısından 3 kestanenin bir dilim ekmekle eşdeğer olduğunu dile getirdi.

"Günde 3 kestane tüketin"

Koçoğlu, kestanenin lif oranı çok yüksek olduğu için birçok hastalığa karşı koruyucu özelliği olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Kanser, kalp, diyabet gibi hastalıklarından korunmada lif oranı yüksek yiyecekler alınması çok önemli. Potasyum içeriği ile dolaşımı ve tansiyonu düzenliyor. Magnezyum da özellikle kemik dokusu için yararlı. Kestanenin sinir sisteminin çalışmasında da olumlu etkileri var. Varis ve hemoroid gibi rahatsızlıkları olanların kestane tüketmesini öneriyoruz. Kestanenin haşlanarak pişirildiğinde kalori oranı düşüyor, kızartıldığında ise kalori oranı yükseliyor ve daha çok enerji veriyor. Bu açıdan günde 3 kestane tüketilmesini öneriyoruz."

AA



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Bilinçsiz kullanılan kontrol hapı tehlikeli !!

Op.Dr. Ali Öner Erdoğdu, “Doğum kontrol hapları estrojen ve progesteron içeren, yüksek etkinlik ve az yan etkileri nedeniyle 1960 yılından beri günümüze kadar sıkça kullanılmış ve hala kullanılmakta olan en güvenilir doğum kontrol yöntemlerinin başında gelir. İçerdikleri estrojen-progesteron hormonları ile vücutta yumurtalıkların çalışmasına engel olurlar ve bu sayede istenmeyen gebelikleri de önlerler. İlaç bırakıldığında doğurganlık hızla geri döner bu nedenle de doğum kontrolünde tercih sebebidirler.” diye konuştu.

Op.Dr. Ali Öner Erdoğdu, ilaçların bazı kişilerde şiddetli baş ağrısı yapabileceği ve migreni olanlarda da tetikleyici etkiler doğurabildiğini belirterek şöyle konuştu:
“Doğum kontrol hapları etkin oldukları için seçilseler de yine de korunmak isteyen bayanların bu ilacı uzmana danışarak almaları büyük önem taşır. Çünkü ilaçlar bazı kişilerde şiddetli baş ağrısı yapabilir, migreni olanlarda da tetikleyici etkileri doğurabilir. Ailesinde meme kanseri ve geçmiş hikayelerinde derin ven trombozu olanlarda doğum kontrol hapının kullanılması ölümcül sonuçlara neden olabilir. Yine 35 yaş üstü ve sigara içen,ağır karaciğer hastalığı olan bayanlarda da kötü sonuçlara sebebiyet verebilir. Bunların dışında özellikle penisilin grubu gibi daha pek çok antibiyotik doğum kontrol haplarının etkinliğini azaltarak gebeliğe neden olabilir. Bir hastalıktan ötürü bu tür antibiyotikler kullanıldıkça aynı anda ek bir korunma yöntemi de uygulanmalıdır. Yine de yüksek etkinlik, az yan etki, adet düzensizliği ve sancılarına iyi gelmesi günümüzde olduğu gibi ileri ki dönemlerde de doğum kontrol haplarını ilk seçenek olarak kullanmak kaçınılmaz olacaktır. Tüm bu sebeplerden dolayı faydalı olduğu tartışmasız olsa da siz siz olun bir uzmana danışmadan aklınıza göre bu ilaçları sakın kullanmayın. Çünkü değişik hormonlar içeren ve değişik dozlardaki doğum kontrol haplarından kişiye en uygununu seçerek vermek son derece önemlidir. Örneğin arkadaşınızın kullandığı gebelik önleyici hap sizin için uygun olmayabilir.” 


Naftalinin bilinçsiz kullanımında kanser riski

Kolaylı, yaptığı açıklamada, maden kömürünün birtakım işlemlerden geçirilmesi sonucu elde edilen naftalinin insan sağlığı açısından tehlike oluşturabildiğini belirtti. Naftalinin özellikle Karadeniz Bölgesi'nde sık kullanıldığına dikkati çeken Kolaylı, nemli ortamlarda saklanan battaniye, giysi, halı, yorgan gibi eşyaların küf ve haşereden korumak amacıyla naftalinlendiğini kaydetti.

Özünde masum gibi görünen naftalinin hayati önem taşıyan hastalıklara yol açabileceğini vurgulayan Kolaylı, şöyle devam etti:

"Naftalin kullanımı tüketicilerin gözünde masum görünüyor. Oysa naftalin kullanılarak saklanan giysiler ve eşyaların bulunduğu dolaplar son derece tehlike arz etmekte. İnsanlar, naftalinin buharlaşması sonucu ortaya çıkan kimyasalı bulundukları ortamda her an solunum yoluyla vücuduna alabilir. Naftalin kokusu sinen giysilerden zehirli maddeyi uzaklaştırmak da çok zor. Ayrıca naftalinin kullanım alanı oldukça geniş. Bu kimyasalın mutfak ve banyo lavabolarında granüller halinde koku giderici olarak kullanılması da risk oluşturmaktadır."

"Kanser hücresinin oluşturulmasında 'ajan' olarak kullanılıyor"

Prof. Dr. Kolaylı, deney hayvanlarında kanser hücresinin oluşturulmasında naftalinin "ajan" olarak kullanıldığını ifade etti.

Birçok Avrupa ülkesinde naftalinin yasaklı ürünler listesinde yer aldığının altını çizen Kolaylı, "Türkiye'de ise naftalin kullanımı yoğun şekilde devam etmekte. Riskler göz ardı edilmektedir. Naftalinin salgıladığı kimyasala uzun süre maruz kalınması durumunda akciğer ve gırtlak kanseri riski artmaktadır. Dolayısıyla bu ürünün zararlarından korunmak, sağlık adına doğru bir yaklaşım olacaktır" değerlendirmesinde bulundu.

Kolaylı, naftalinin dışında birçok kimyasalın bilinçsizce tüketildiğini, bu ürünlerin özellikle küçük yaştaki çocukların temas edemeyeceği şekilde muhafaza edilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

AA



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kış aylarında ara öğünlerde neler tüketmeli?

Ara öğün tercihinin taze ve kuru meyvelerden yapılabileceğini belirten Diyetisyen Elif Bilgin, “Özellikle kış aylarında meyveler lif içeriğinin fazla olması nedeni ile hem sindirim sisteminizi düzenler hem de uzun süreli tok kalmanızı sağlar. Kış aylarının incisi vitamin deposu portakal, mandalina, kivi, greyfurt, antioksidan içeriği yüksek nar ise bağışıklık sisteminizi güçlendirir, bağırsak hareketlerinizi artırır. Kuru meyvelerin hem tüketimi pratiktir hem de gün içinde enerjik ve zinde olmanızı sağlar” dedi.   Süt ve süt ürünlerinin de ara öğünde tüketilebileceğini kaydeden Diyetisyen Elif Bilgin, şöyle konuştu:   “Protein ve kalsiyum içeriği yüksek olan süt ve süt ürünleri uzun süreli tokluk sağlar. Probiyotik yoğurtlar ve içecekler kış aylarında bağışıklık sistemi için çok faydalıdır. Mutlaka ara öğünlerde tüketilmelidir.  Yağlı Tohumlar: Ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar yüksek lif, magnezyum, çinko ve E vitamini içeriğinden besleyici besinlerdir. Yağlı tohumlar meyvelerle birlikte tüketildiğinde kan şekerini hızlı yükselmesini önler ve uzun süreli tokluk sağlar.    Kış Sebzelerinden Havuç: Tok karnına tüketilen çiğ havuç, bağışıklık sistemini güçlendiren A vitaminini çok miktarda içeriyor. Kan şekerini yükseltme özelliği yüksek olan havuç diyabetli hastalarda dikkatli tüketilmelidir. Salatalara çok az miktarda eklenebilir. Sağlıklı bireylerde ise tok karına günde 2 tane havuç tüketilebilir.    Diyet ürünler: Diyet ürünler ara öğünlerde tercih edilebilir. Ancak diyet ürünlerle ilgili ‘diyet’ nasıl olsa istediğim kadar yiyebilirim düşüncesi oluşmamalıdır. Kolay taşınabilir ve kalorisi düşük olduğu için tercih edilebilir ürünlerdir.    Boza: Boza, darı irmiği, su ve şekerden üretilen alkolsüz, hafif mayalı bir içecektir. Bilinen en eski Türk içeceklerinden biridir. Zengin karbonhidrat, protein ve B Grubu vitamin içeriği nedeni ile yoğun iş temposunda çalışanlar, gebeler, emziren anneler ve sporcular için enerji içeriği yüksek, besleyici,100 ml si 240 kalori içerir. Karbonhidrat ve proteinin yanı sıra birçok besin öğesini içerdiğinden besleyici özelliği nedeniyle “sıvı ekmek” olarak anılan boza; kalsiyum, demir, fosfor, sodyum, tiamin, niasin, riboflavin bakımından değerlidir. Mayalı bir içecektir. Bu da içinde laktik asit oluşmasına neden olarak, mideyi koruyucu etki yaratır, sindirimi kolaylaştırır, gaz şikâyetlerinin ortadan kalkmasını sağlar, kabızlığı azaltır, mide yanması gibi şikâyetlerin oluşmasına engel olur. Üzerine eklenen toz tarçın ise kan şekerini düzenleyici etkiye sahiptir.    Sahlep: Sahlep, yabani orkide çiçeklerinin soğanlarına verilen bir isimdir. Kışın tüketimi artan sahlep, şekersiz yapıldığında ve üzerine zencefil ve toz tarçın eklendiğinde güzel bir ara öğün tercihi olabilir. Mide şikâyetlerini azaltan, öksürüğe iyi gelen güzel bir alternatiftir.    Bitki Çayları: Siyah çay ve kahve kültürel alışkanlıklarımızdan biridir. Ancak bu çaylarda aşırıya kaçıldığında kansızlığa, kafein nedeni ile de uykusuzluğa sebep olabilir. Ihlamur, rezene, papatya, yeşil çay ve diğer bitki çaylarından tüketebilirsiniz. Yeşil çay doygunluk hissi veren hormonların artmasını sağlar. Böylece öğün aralarında içeceğiniz yeşil çay 2-4 saat tokluğunuzun sürmesini sağlar. Çayın Yanında    Atıştırmalıklar: Havanın soğuk gecelerin uzun olması ile birlikte çay tüketiminin artması ile yanında mutlaka atıştırmalıklar tüketiyorsanız tercihiniz; yulaflı kuru meyveli kurabiyeleri, leblebiler, tam buğday unu veya kepekli undan yapılan galetalar olabilir. Yatmadan 2 saat önce besin tüketiminin sonlandırılıp, su tüketiminin devam ettirilmesi gerektiğini unutmayın.”

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kansere 'devrim niteliğinde' tedavi yöntemi

ABD'de bilim insanları, genetiği değiştirilmiş bağışıklık hücrelerini kullanmaya dayalı olan bir yöntemle kanser tedavisinde devrim yaratabilecek bir gelişmeye imza attıklarını açıkladılar.

Yayılan tümörleri yok etmek için vücudun kendi bağışıklık hücrelerini kullanan tedavi, etkisi uzun süren bir aşı gibi kanserin tekrarlanmasını da önlüyor.

Washington'da Amerikan Bilimin İlerlemesi Derneği toplantısında sunulan araştırmaların sonuçları 'olağanüstü' diye nitelendi.

Araştırma kapsamında, beş aydan fazla yaşaması beklenmeyen ölümcül kan kanseri hastalarına uygulanan tedavi, hastaların yüzde 90'ından fazlasının tamamen iyileşmesini sağladı.

18 ay boyunca süren kontrollerde de hastalığın tekrarlamadığı görüldü. Bunun için laboratuarda hastaların kendi vücutlarından alınan T hücrelerinin genetiği değiştirilerek, tümörleri tanımaları ve yok etmeleri sağlandı.

Bu yöntemin üzerinde denendiği 35 akut lenfoblastik lösemi (ALL) hastasının yüzde 90'ından fazlası tamamen iyileşti.

Hodgkin dışı lenfoma veya kronik lenfositik lösemi (KLL) hastası olan 40 kişi üzerinde yapılan iki ayrı klinik denemede de hastaların yüzde 80'inden fazlası tedaviye cevap verdi. Bunların yaklaşık yarısında 18 aya kadar tam iyileşme görüldü.

İhtiyat çağrısı

Amerikan Bilimin İlerlemesi Derneği toplantısında sadece özetleri tartışılan araştırmaların ayrıntıları bu yıl içinde yayımlanacak. Ancak uzmanlar, bunların T hücreleri tedavisinin ilk denemeleri olduğunu belirterek ihtiyat çağrısında bulunuyor ve her hastanın tedaviye cevap vermediğini belirtiyorlar.

Bazı hastaların tedaviye karşı toksik yan etkiler geliştirdiği ve öldüğü belirtiliyor. Diğer tedavi yöntemlerinin hiçbirinin etkili olmadığı bazı hastaların ise şimdiye kadar hiç görülmeyen bir düzeyde iyileştiği kaydediliyor.

Bilim insanları, T hücresi tedavisi için önlerinde kat edilmesi gereken uzun bir mesafe olduğunu, ancak ilk sonuçların kanser tedavisinde paradigma değişikliğine gitmeye neden olacak kadar başarılı olduğunu söylüyorlar.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Depresyon iş hayatını da olumsuz etkiliyor!

Depresyonun çökkün ruh hali, ilgi ve zevk almada oldukça azalma ile tehlike sinyalleri veren duygusal, zihinsel, davranışsal bazı belirtilerle kendini gösteren ve bedenimize de yansıyabilen bir durum olduğunu kaydeden Psikolog Sinem Gül Şahin, “Günlük hayattaki olası duygusal dalgalanmaları, iniş çıkışları depresyon olarak etiketlemek doğru değildir. Bu ruh halini depresyon olarak tanımlamak için süregelen belirtilerin en az 15 gündür var olması gerekmektedir. Depresyon ciddiye alınması gereken bir durumdur.

İnsanın temel günlük faaliyetlerinden başlayarak iş hayatına kadar geniş bir yelpazeyi etkiler. Kişinin ruh sağlığındaki rahatsızlıklar, özellikle depresyon, iş yaşamındaki verimi azaltan faktörler arasında en ön sıralarda görülmektedir. Bu konuda özellikle ABD'de yapılan sayısız araştırma var. Maalesef ülkemizde kişinin ruh sağlığı iyi olduğu sürece iş hayatındaki başarıların hem bireysel hem kurumsal çapta artacağı hala yönetimsel ve çalışan kesim tarafından göz ardı edilmekte. Yapılabilecek en büyük yanlış nasılsa bir süre sonra kendiliğinden geçer deyip durumu ertelemek. Kişi kendinde depresyon belirtilerinin bir süredir var olduğunu sezinlediği zaman hemen bir uzmana başvurmalı. Ne kadar gecikirse durum o kadar ciddileşiyor, kişinin sağlığıyla birlikte otomatik olarak iş yaşantısı da olumsuz etkileniyor” diye konuştu.

Depresyonun ciddiye alınması gereken bir durum olduğunu ifade eden Şahin, “Depresyonla savaşan kişinin iş hayatına adapte olması için öncelikle odak noktasını iş hayatından kendine çevirmesi gerekiyor. Kendini es geçip iş stresleriyle uğraşması adaptasyonu zorlaştıracaktır. Kişi önce mercek altına kendisini almalı. Sağlıklı ve mutlu olmazsanız iş yaşamına adapte olamazsınız. Gün içerisinde size nelerin iyi gelebileceğini düşünüp onları yapmaya çalışın. Kendinize karşı sabırsız olmayın, tekrar eski performansınıza ulaşabilmek için kendinize biraz zaman tanıyın. Bu süreçte sporunuzu yapın, eğlendiğiniz aktivitelere gitmeye çalışın, iş yaşamıyla ilgili sizi zorlamayacak planlar yapın, riskli kararlar almaktan uzak durun, pozitif düşünmeye çalışıp durumunuzla ilgili iş çevrenizdeki gerekli kişilere bilgi verin. Böylece bu sıkıntılı dönemde dıştan gelen zorlamaları önleme imkanınız doğacaktır” dedi. 


20 Şubat 2016 Cumartesi

Hangi rahatsızlıkların nedeni tiroid bezi olabilir?

Kadınlarda daha sık görülen hipotiroidi, ortaya çıkma nedenlerine göre farklı yöntemlerle tedavi edilebiliyor.   Sağlıklı Yaşam Danışmanı Doç. Dr. Gökhan Özışık, hipotiroidi ve tedavisi hakkında bilgi verdi.   Tiroidler orkestra şefi gibi vücudu yönetiyor Adem elmasının hemen altında nefes borusunu üzerinde bulunan kelebek şeklindeki tiroid bezi vücuttaki bütün hücreler üzerinde etkili olmaktadır. T3 ve T4 hormonlarını üreten tiroid bezi bunları depolar ve gerektiği zaman bu hormonları kan dolaşımına verir. Orkestra şefi gibi bedensel fonksiyonların neredeyse tamamının kontrolünde rol oynayan tiroid bezinin ham maddesi iyottur. Tiroid bezi tuz, içme suyu ve besinler yoluyla alınan iyot olmadan çalışamamaktadır.   Saç tellerinizden tırnaklarınıza kadar etkiliyor   Tiroid bezinin az çalışması bedensel fonksiyonların yavaşlamasına neden olmaktadır. Kişi kendisini sürekli yorgun ve depresyonda hissetmektedir. Bununla birlikte;   Kilo verememe ve kilo alma   Halsizlik   Ellerde ve yüzde şişlik ile birlikte kol ve bacaklarda ağrılar, baldırlarda kramplar   Ciltte kuruma ve kaşıntı   Soğuğa tahammülsüzlük   Saç tellerinde kabalaşma, saç dökülmesi, kirpiklerde ve kaşlarda seyrelme   Kabızlık   Seste kabalaşma   Guatr   Unutkanlık, odaklanma ve algılama güçlüğü   Üreme çağındaki kadınlarda adet düzensizliği, kısırlık ve tekrarlayan düşükler görülebilmektedir.   Kalıcı etkiler bırakmaması için… Hastanın genel muayenesini yapıldıktan sonra mutlaka tiroid bezinin büyüyüp büyümediği kontrol edilmelidir. Kandaki TSH hormonu seviyesine bakmak hipotiroidi teşhisi için önemlidir. Beyin tarafından salgılanan TSH hormonu tiroid hormonlarının düzeyiyle ters ilişkilidir. Kandaki tiroid hormonlarının azalması TSH düzeyinin yükselmesine neden olmaktadır. Tiroid bezi hammaddesi eksikliği, tiroid bezinin az çalışması ya da tahribata uğraması gibi farklı nedenlerde kandaki tiroid hormonlarında azalma meydana gelebilmektedir. Hipotiroidi nedenleri geçici olabilmekle birlikte genellikle kalıcı rahatsızlıklardan kaynaklanmaktadır. Tedavi yolunun belirlenmesi için öncelikle hipotiroidiye neden olan faktör belirlenmelidir.   En sık nedeni Haşimato Tiroid tembelliğinin dünyada en sık görülen nedeni, bağışıklık sisteminin tiroid bezine saldırarak tahrip etmesiyle oluşan Haşimato hastalığıdır. Tiroid bezinin az çalışmasına neden rahatsızlık kadınlarda daha sıklıkla görülmektedir. Her 10 hastadan 8-9’u kadındır. Çocukluk, ergenlik çağında ya da ileri yaşlılıkta çok nadir görülen Haşimato hastalığı daha çok üreme çağındaki kadınlarda ortaya çıkmaktadır. Uzman bir doktorun kontrolünde verilecek ilaçlarla hormon değiştirme terapileri uygulanarak hastalık kontrol altına alınabilmektedir.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Depresyon iş hayatını da olumsuz etkiliyor!

Depresyonun çökkün ruh hali, ilgi ve zevk almada oldukça azalma ile tehlike sinyalleri veren duygusal, zihinsel, davranışsal bazı belirtilerle kendini gösteren ve bedenimize de yansıyabilen bir durum olduğunu kaydeden Psikolog Sinem Gül Şahin, “Günlük hayattaki olası duygusal dalgalanmaları, iniş çıkışları depresyon olarak etiketlemek doğru değildir. Bu ruh halini depresyon olarak tanımlamak için süregelen belirtilerin en az 15 gündür var olması gerekmektedir. Depresyon ciddiye alınması gereken bir durumdur.

İnsanın temel günlük faaliyetlerinden başlayarak iş hayatına kadar geniş bir yelpazeyi etkiler. Kişinin ruh sağlığındaki rahatsızlıklar, özellikle depresyon, iş yaşamındaki verimi azaltan faktörler arasında en ön sıralarda görülmektedir. Bu konuda özellikle ABD'de yapılan sayısız araştırma var. Maalesef ülkemizde kişinin ruh sağlığı iyi olduğu sürece iş hayatındaki başarıların hem bireysel hem kurumsal çapta artacağı hala yönetimsel ve çalışan kesim tarafından göz ardı edilmekte. Yapılabilecek en büyük yanlış nasılsa bir süre sonra kendiliğinden geçer deyip durumu ertelemek. Kişi kendinde depresyon belirtilerinin bir süredir var olduğunu sezinlediği zaman hemen bir uzmana başvurmalı. Ne kadar gecikirse durum o kadar ciddileşiyor, kişinin sağlığıyla birlikte otomatik olarak iş yaşantısı da olumsuz etkileniyor” diye konuştu.

Depresyonun ciddiye alınması gereken bir durum olduğunu ifade eden Şahin, “Depresyonla savaşan kişinin iş hayatına adapte olması için öncelikle odak noktasını iş hayatından kendine çevirmesi gerekiyor. Kendini es geçip iş stresleriyle uğraşması adaptasyonu zorlaştıracaktır. Kişi önce mercek altına kendisini almalı. Sağlıklı ve mutlu olmazsanız iş yaşamına adapte olamazsınız. Gün içerisinde size nelerin iyi gelebileceğini düşünüp onları yapmaya çalışın. Kendinize karşı sabırsız olmayın, tekrar eski performansınıza ulaşabilmek için kendinize biraz zaman tanıyın. Bu süreçte sporunuzu yapın, eğlendiğiniz aktivitelere gitmeye çalışın, iş yaşamıyla ilgili sizi zorlamayacak planlar yapın, riskli kararlar almaktan uzak durun, pozitif düşünmeye çalışıp durumunuzla ilgili iş çevrenizdeki gerekli kişilere bilgi verin. Böylece bu sıkıntılı dönemde dıştan gelen zorlamaları önleme imkanınız doğacaktır” dedi. 


Diyabete yakalanmamak için bunları yapın!

Diyabetin en büyük nedenlerinden olan insülin direnci, kalp ve damar yolu hastalıkları, obezite ile hipertansiyon hastalıklarının temelini oluşturuyor. Yaşam kalitesini bozan bu hastalık hakkında bilgiler veren İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, diyabetin ortaya çıkışını anlattı. Ziya Ömer, "Besinlerle aldığımız şekerin hücrelerde enerji olarak kullanılabilmesi için insüline ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak kötü beslenme alışkanlığı ve hareketsiz yaşam gibi faktörler insülinin glikozu hücre içine sokma görevi engellenmekte bu nedenle pankreastan daha fazla insülin salgılanmaktadır. Böylece kandaki şeker miktarı yükselmeye başlıyor ve diyabet ortaya çıkıyor" dedi.

Pankreastan salgılanan fazla insülinin kalp hastalıklarına neden olduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Ziya Ömer, "İnsülin direnci kalp damarlarından ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu hastalığa sahip kişilerin kalp hastalığına yakalanma riski daha da artıyor. Dünyada en fazla ölümün kalp hastalıklarından olduğu düşünülürse, bu hastalığın ciddiyetini daha da anlayabiliriz. Özellikle bayanlarda daha sık görülen bu hastalık özellikle 40-60 yaş arasında ortaya çıkıyor. Kötü beslenen gençlerde de insülin direncine rastlayabiliyoruz” diye konuştu.

KİŞİ TATLIYA YÖNELİYOR

İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, şöyle devam etti:
"İnsülin, glikozu hücrenin içerisine sokarak etki eder. Hücre düzeyinde karaciğerde, kaslarda ve dokularda hücre düzeyinde insüline yeterince duyarlılık olmadığı için glikoz hücrenin içerisine giremez. Bu nedenle salgılanan insülin oranı artar. Ancak bu kez de yüksek insülin ortaya çıkar. Bu durum kişiyi acıktırır, karbonhidratlı ve şekerli gıdalar yeme hissi oluşturur. Bunun sonucunda kilo sorunları ve tedavi edilmemesi halinde obezite ortaya çıkar".

Dr. Ziya Ömer, kişilerin kilo vererek insülün direncini kırabileceğini ifade ederek, "Hastaların sağlığına kavuşabilmesi için beslenme programı hazırlanarak zayıflatılması gerekir. İnsülin direncine sahip kişiler düzenli spor yapmayı alışkanlık haline getirmelidir. Kişilerin kilo vererek insülin direncini kırması mümkün. Bunun dışında ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir" şeklinde konuştu.
 


19 Şubat 2016 Cuma

Diyabete yakalanmamak için bunları yapın!

Diyabetin en büyük nedenlerinden olan insülin direnci, kalp ve damar yolu hastalıkları, obezite ile hipertansiyon hastalıklarının temelini oluşturuyor. Yaşam kalitesini bozan bu hastalık hakkında bilgiler veren İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, diyabetin ortaya çıkışını anlattı. Ziya Ömer, "Besinlerle aldığımız şekerin hücrelerde enerji olarak kullanılabilmesi için insüline ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak kötü beslenme alışkanlığı ve hareketsiz yaşam gibi faktörler insülinin glikozu hücre içine sokma görevi engellenmekte bu nedenle pankreastan daha fazla insülin salgılanmaktadır. Böylece kandaki şeker miktarı yükselmeye başlıyor ve diyabet ortaya çıkıyor" dedi.

Pankreastan salgılanan fazla insülinin kalp hastalıklarına neden olduğunu ifade eden Yrd. Doç.Dr. Ziya Ömer, "İnsülin direnci kalp damarlarından ciddi sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu hastalığa sahip kişilerin kalp hastalığına yakalanma riski daha da artıyor. Dünyada en fazla ölümün kalp hastalıklarından olduğu düşünülürse, bu hastalığın ciddiyetini daha da anlayabiliriz. Özellikle bayanlarda daha sık görülen bu hastalık özellikle 40-60 yaş arasında ortaya çıkıyor. Kötü beslenen gençlerde de insülin direncine rastlayabiliyoruz” diye konuştu.

KİŞİ TATLIYA YÖNELİYOR

İzmir Üniversitesi Hastanesi Dahiliye Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ziya Ömer, şöyle devam etti:
"İnsülin, glikozu hücrenin içerisine sokarak etki eder. Hücre düzeyinde karaciğerde, kaslarda ve dokularda hücre düzeyinde insüline yeterince duyarlılık olmadığı için glikoz hücrenin içerisine giremez. Bu nedenle salgılanan insülin oranı artar. Ancak bu kez de yüksek insülin ortaya çıkar. Bu durum kişiyi acıktırır, karbonhidratlı ve şekerli gıdalar yeme hissi oluşturur. Bunun sonucunda kilo sorunları ve tedavi edilmemesi halinde obezite ortaya çıkar".

Dr. Ziya Ömer, kişilerin kilo vererek insülün direncini kırabileceğini ifade ederek, "Hastaların sağlığına kavuşabilmesi için beslenme programı hazırlanarak zayıflatılması gerekir. İnsülin direncine sahip kişiler düzenli spor yapmayı alışkanlık haline getirmelidir. Kişilerin kilo vererek insülin direncini kırması mümkün. Bunun dışında ilaç tedavisi de uygulanabilmektedir" şeklinde konuştu.
 


Depresyon iş hayatını da olumsuz etkiliyor!

Depresyonun çökkün ruh hali, ilgi ve zevk almada oldukça azalma ile tehlike sinyalleri veren duygusal, zihinsel, davranışsal bazı belirtilerle kendini gösteren ve bedenimize de yansıyabilen bir durum olduğunu kaydeden Psikolog Sinem Gül Şahin, “Günlük hayattaki olası duygusal dalgalanmaları, iniş çıkışları depresyon olarak etiketlemek doğru değildir. Bu ruh halini depresyon olarak tanımlamak için süregelen belirtilerin en az 15 gündür var olması gerekmektedir. Depresyon ciddiye alınması gereken bir durumdur.

İnsanın temel günlük faaliyetlerinden başlayarak iş hayatına kadar geniş bir yelpazeyi etkiler. Kişinin ruh sağlığındaki rahatsızlıklar, özellikle depresyon, iş yaşamındaki verimi azaltan faktörler arasında en ön sıralarda görülmektedir. Bu konuda özellikle ABD'de yapılan sayısız araştırma var. Maalesef ülkemizde kişinin ruh sağlığı iyi olduğu sürece iş hayatındaki başarıların hem bireysel hem kurumsal çapta artacağı hala yönetimsel ve çalışan kesim tarafından göz ardı edilmekte. Yapılabilecek en büyük yanlış nasılsa bir süre sonra kendiliğinden geçer deyip durumu ertelemek. Kişi kendinde depresyon belirtilerinin bir süredir var olduğunu sezinlediği zaman hemen bir uzmana başvurmalı. Ne kadar gecikirse durum o kadar ciddileşiyor, kişinin sağlığıyla birlikte otomatik olarak iş yaşantısı da olumsuz etkileniyor” diye konuştu.

Depresyonun ciddiye alınması gereken bir durum olduğunu ifade eden Şahin, “Depresyonla savaşan kişinin iş hayatına adapte olması için öncelikle odak noktasını iş hayatından kendine çevirmesi gerekiyor. Kendini es geçip iş stresleriyle uğraşması adaptasyonu zorlaştıracaktır. Kişi önce mercek altına kendisini almalı. Sağlıklı ve mutlu olmazsanız iş yaşamına adapte olamazsınız. Gün içerisinde size nelerin iyi gelebileceğini düşünüp onları yapmaya çalışın. Kendinize karşı sabırsız olmayın, tekrar eski performansınıza ulaşabilmek için kendinize biraz zaman tanıyın. Bu süreçte sporunuzu yapın, eğlendiğiniz aktivitelere gitmeye çalışın, iş yaşamıyla ilgili sizi zorlamayacak planlar yapın, riskli kararlar almaktan uzak durun, pozitif düşünmeye çalışıp durumunuzla ilgili iş çevrenizdeki gerekli kişilere bilgi verin. Böylece bu sıkıntılı dönemde dıştan gelen zorlamaları önleme imkanınız doğacaktır” dedi. 


Depresyon iş hayatını da olumsuz etkiliyor!

Depresyonun çökkün ruh hali, ilgi ve zevk almada oldukça azalma ile tehlike sinyalleri veren duygusal, zihinsel, davranışsal bazı belirtilerle kendini gösteren ve bedenimize de yansıyabilen bir durum olduğunu kaydeden Psikolog Sinem Gül Şahin, “Günlük hayattaki olası duygusal dalgalanmaları, iniş çıkışları depresyon olarak etiketlemek doğru değildir. Bu ruh halini depresyon olarak tanımlamak için süregelen belirtilerin en az 15 gündür var olması gerekmektedir. Depresyon ciddiye alınması gereken bir durumdur.

İnsanın temel günlük faaliyetlerinden başlayarak iş hayatına kadar geniş bir yelpazeyi etkiler. Kişinin ruh sağlığındaki rahatsızlıklar, özellikle depresyon, iş yaşamındaki verimi azaltan faktörler arasında en ön sıralarda görülmektedir. Bu konuda özellikle ABD'de yapılan sayısız araştırma var. Maalesef ülkemizde kişinin ruh sağlığı iyi olduğu sürece iş hayatındaki başarıların hem bireysel hem kurumsal çapta artacağı hala yönetimsel ve çalışan kesim tarafından göz ardı edilmekte. Yapılabilecek en büyük yanlış nasılsa bir süre sonra kendiliğinden geçer deyip durumu ertelemek. Kişi kendinde depresyon belirtilerinin bir süredir var olduğunu sezinlediği zaman hemen bir uzmana başvurmalı. Ne kadar gecikirse durum o kadar ciddileşiyor, kişinin sağlığıyla birlikte otomatik olarak iş yaşantısı da olumsuz etkileniyor” diye konuştu.

Depresyonun ciddiye alınması gereken bir durum olduğunu ifade eden Şahin, “Depresyonla savaşan kişinin iş hayatına adapte olması için öncelikle odak noktasını iş hayatından kendine çevirmesi gerekiyor. Kendini es geçip iş stresleriyle uğraşması adaptasyonu zorlaştıracaktır. Kişi önce mercek altına kendisini almalı. Sağlıklı ve mutlu olmazsanız iş yaşamına adapte olamazsınız. Gün içerisinde size nelerin iyi gelebileceğini düşünüp onları yapmaya çalışın. Kendinize karşı sabırsız olmayın, tekrar eski performansınıza ulaşabilmek için kendinize biraz zaman tanıyın. Bu süreçte sporunuzu yapın, eğlendiğiniz aktivitelere gitmeye çalışın, iş yaşamıyla ilgili sizi zorlamayacak planlar yapın, riskli kararlar almaktan uzak durun, pozitif düşünmeye çalışıp durumunuzla ilgili iş çevrenizdeki gerekli kişilere bilgi verin. Böylece bu sıkıntılı dönemde dıştan gelen zorlamaları önleme imkanınız doğacaktır” dedi. 


16 Şubat 2016 Salı

"Yılda 12 bin bebek kalp hastası olarak doğuyor"

Türk Pediatrik Kardiyoloji ve Kalp Cerrahisi Derneği tarafından, 7-14 Şubat Dünya Doğumsal Kalp Hastalıkları Farkındalık Haftası dolayısıyla, bir otelde basın toplantısı düzenlendi.   Dernek Başkanı Prof. Dr. Nazan Özbarlas, tüm doğumsal hastalıklar arasında en sık kalpte yapısal bozukluğun görüldüğünü söyledi.   "Türkiye'de her yıl 12 bin bebek doğuştan kalp hastası olarak dünyaya gelmektedir" diyen Özbarlas, hastaların yaklaşık yüzde 40'ına hayatlarının bir döneminde tedavi kapsamında anjiyo ya da ameliyat yapılması gerektiğini vurguladı.   Özbarlas, "Tedavi ihtiyacı olanların üçte birinde her yönden çok özel bir dönem olan bebeklik döneminde bu işlemlerin yapılması hayat kurtarıcı olmaktadır" dedi.   Doğumsal kalp hastalıklı bebek ve çocuklarımız, kateter yoluyla tedavi edilebilmekte ya da ameliyat sonrasında normal veya normale yakın hayat kalitesine ve yaşam beklentisine sahip olabilmektedir. Erken dönemlerde hatta anne karnında teşhis konulabilmekte ve kalp ameliyatları da başarıyla yapılabilmektedir."   "Kış aylarında enfeksiyonlara karşı dikkatli olunmalı"   Pediatrik Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Rukiye Eker Ömeroğlu da anne ve babalara çocuklarının tedavisini kesinlikle aksatmamaları gerektiği uyarısında bulunarak, "Çünkü, bu çocukların iyi beslenmesi, büyüme ve gelişmesinin yakından takip edilmesi gerekmektedir. Kış aylarında enfeksiyonlara karşı dikkatli olunmalı. Çocukların, sigara dumanına maruz kalmasına kesinlikle izin vermemeli" dedi.   (AA)  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kalp krizinde orta yaş ölüm için daha riskli!

Kalp krizini “kalp kasının bir bölümünün o bölgeye yetersiz kan akışından dolayı ölmesi” olarak tanımlayan Kılıç sözlerini şöyle sürdürdü: “Sebep hemen daima kalbi besleyen damarlardan birinin veya bir kaçının tıkanmasıdır. Kalp damarlarını tıkayan kan pıhtısıdır. Damar daralması ve kan pıhtısının esas nedeni ise ateroskleroz dediğimiz damar sertleşmesidir. Kalp damarının duvarının içindeki aterosklerotik plaklar bazen çatlar ve bu da pıhtı oluşumunu tetikler.”

KALP KRİZİNİN ZAMANI YOK
Kalp krizinin tüm dünyada en sık ölüm sebeplerinden birisi olduğu bilgisini veren Kılıç yaşlılarda daha fazla rastlansa da orta yaşlarda ansızın ölüm için daha riskli olduğunu söyledi. Kalp krizinin zamanının olmadığını belirten Kılıç, “Ancak, sabah saatlerini, kış ve yaz mevsimini, ağır stress ve üzüntü zamanlarının sevdiğini biliyoruz” ifadelerini kullandı.

BELİRTİLERİ
Kalp krizinin belirtisinin göğüs ağrısı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Harun Kılıç “Önemsiz demeyelim. Geçer demeyelim. Göğüs ağrısı, terleme ve göğüste baskı varsa aksi ispat edilene kadar kalp krizi gibi önlem alalım. Hemen 112’yi arayalım veya en yakın acil servise gidelim. Göğüs ağrısı sonrası her saat, her dakika geriye sayan ama ne zaman patlayacağını bilmediğimiz bir saatli bomba gibidir. Bir saat önce önümüzde göğüs ağrım var diyen arkadaşımız veya sevdiğimiz birisi gözümüzün önünde ölebilir” diye konuştu.

ERKEN MÜDAHALE
Kalp krizinde erken müdahalenin hayat kurtardığını vurgulayan Kılıç, “Kalp krizinde vakit çok önemlidir. Ölümlerin yarısı kalp krizi başladıktan sonraki ilk saat içinde ortaya çıkar. Bu sebeple kalp krizi acil bir durumdur. Hastaneye yatmayı ve yoğun bakımı gerektirir. Vakit kalp kası ve yaşam demektir. Zaman geçtikçe yaşamı yitirme ihtimali artacak ve harap olan kalp kası miktarı artacaktır. Harap olan kalp kasının telafisi yoktur. Kalp krizinin ilerlemesini durdurmak, kalp hasarını en az düzeyde tutmak için hastanın bir an önce hastaneye yetiştirilmesi gerekmektedir. Erken teşhis, erken hastaneye ulaşmak, erken ve doğru müdahale hayat kurtaran zincirdir” şeklinde konuştu. 

BİLAL BİLİR
 


Artık pudinglerde kullanılmayacak

Türk Gıda Kodeksi̇ Aroma Veri̇ci̇ler ve Aroma Verme Özelli̇ği̇ Taşıyan Gıda Bi̇leşenleri̇ Yönetmeli̇ği̇nde Deği̇şi̇kli̇k Yapılmasına Dai̇r Yönetmeli̇ği, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Buna göre, bazı puding, et ürünleri, alkollü ve alkolsüz içkilerde aroma verici olarak kullanılan "p-Mentha-1,,,, 8-dien-7-al" maddesinin gıdalarda kullanımını yasakladı.

Bu maddenin ithalatı ve bu maddeyi içeren bir gıdanın ithalatına izin verilmeyecek.

Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesinin verilerine göre, hayvanlarda yapılan deneylerde, söz konusu maddelerin, DNA'ya zarar verdiği tespit edildi.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

'Zika ile mikrosefali arasında güçlü bağ var'

ABD Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi (CDC) Direktörü Tom Frieden, Zika virüsü ile 'mikrosefali'den ölen çocuklar arasında güçlü bir bağ olduğunu bildirdi.   CDC Direktörü Tom Frieden, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'ndeki panelde yaptığı konuşmada, Zika ile mikrosefali arasında güçlü bir bağ olduğunu söyledi.   Frieden, "Zika yeni bir hastalık ve korkutucu olabilir. Özellikle de aramızdaki savunmasızları etkileyerek..." ifadesini kullandı. Frieden, hamile kadınların virüsün hızlı bir şekilde yayıldığı Güney Amerika, Orta Amerika ve Porto Rika gibi Karayip ülkelerine gitmeyerek, çocuklarını korumalarını istedi. Frieden "Amacımız gerçekten hamile kadınları korumak. Şu anda ana önceliğimiz bu" dedi.   Virüsün bulaştığı kişilerin yüzde 80'ninde herhangi bir belirti olmadığını belirten Frieden, diğer yüzdenin ise hafif belirtiler gösterdiğini kaydetti.   ABD Başkanı Barack Obama pazartesi günü yaptığı açıklamada, Kongre'de 1 milyar 800 milyon dolarlık bir fon ayrılması talebinde bulunacağını açıklamıştı. Bu fonun sivrisineklerle mücadeleyle birlikte, aşı araştırmaları ve ekonomik durumu iyi olmayan hamile kadınlara sağlık hizmetlerinin arttırılması için harcanacağı açıklandı.   Obama'nın Kongre'den talep ettiği paranın 355 milyonunun, Güney Amerika, Orta Amerika ve Karayip ülkelerine, Zika'yla mücadelede harcanmak üzere yapılacak dış yardım olacağı kaydedildi. Virüs taşıyıcısı sivrisinekler ve insanların haraket halinde olması, şu ana kadar bilinen bir tedavi yöntemi olmayan Zika virüsünün hızlı bir şekilde yayılmasının nedeni olarak gösteriliyor.   AA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

15 Şubat 2016 Pazartesi

Uyku problemine çözüm!

Gebze Medical Park Hastanesinden Uzman Diyetisyen Aslıhan Küçük, "Metabolizmanın çalışması gıda alımına bağlı olduğu gibi, sağlık açısından önemli bir yeri olan uykunun da alınan gıdaların niteliğiyle ilişkisi var. Kan basıncını ve nabzı düşüren kimi gıdalar metabolizmayı yavaşlatarak uykuya yardımcı olurken, bazıları ise metabolizma ve beyin aktivitesini artırarak uykuyu zorlaştırıcı etkiye sahiptir" dedi.
Yapılan bazı çalışmaların, beyinde serotonin sentezini uyaran triptofan isimli bir aminoasidin ve yüksek seyreden melatoninin düzeylerinin uykunun kaliteli, dinlendirici, rahat olmasına neden olduğunu açıkça belirttiğini anlatan Uzman Diyetisyen Aslıhan Küçük, "Doğada melatonin içeren besin sayısı az iken triptofan hemen hemen birçok hayvansal ve bitkisel besinde bulunmakla birlikte kaliteli uyku için belirli miktarlarda alınması faydalıdır" dedi.
Uzman Diyetisyen Aslıhan Küçük, süt, ceviz, muz, ahududu ve yulafın düzenli olarak gün içerisinde ve yatmaya yakın yemenin, beyinde seratonin düzeyini arttırarak melatonin içerdikleri için rahatlamaya yardımcı olabileceğini belirterek şunları söyledi:
"Süt özellikle kaliteli protein içeriği ve triptofan aminoasidinden zengin olması uyumaya yardımcı olmaktadır. Uyumadan önce ılık içilen sütün triptofan içeriği daha yüksek olacağından sizi hızla uykuya dalma pozisyonuna geçirebilecektir. Doğal melatonin kaynağı olan ceviz yine uyku için size yardımcı olabilir. Akşam yemeğinden sonra 1 çay bardağı kadar yemek yeterlidir. Muz serotonin ve melatonin hormonlarının salınımlarını artırmasının yanı sıra içerdiği magnezyum ve potasyum ile kasların gevşeyip, rahatlamasını sağlar. Çok nadir bir dönemde tazesini yakalayabildiğimiz ahududuyu taze veya dondurulmuş olarak tüketebilirsiniz. Akşam yatmadan önce 1 kase ahududu sizi yatıştıracak ve uykuya hazırlayacaktır. Kaliteli bir uyku için önemli olan kalsiyum ve magnezyum mineralini içeren yulaf, aynı zamanda içerdiği melatonin hormonu sayesinde kaliteli bir uyku ile vücudun yenilenmesini sağlar."