21 Mayıs 2016 Cumartesi

TV karşısında yemek yemek çocukları 'obez' yapıyor

Bebek ve çocuklara, film ve reklam seyrederken ya da bilgisayar oynarken yemek yedirilmesi obeziteye davetiye çıkarıyor.   Yemeğe başladıktan sonra 20 dakika içinde tokluk hormonunun uyarılmasına fırsat kalmadan, kendisine sunulan gıdayı, ağız açma ve yutma refleksi şeklinde ihtiyacından fazla miktar tüketen çocukta, mide büyümesi söz konusu oluyor.   Diyetisyen Neslihan Aktepe, dünyada obezitenin erişkinlerin yanı sıra çocukların da sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiğini söyledi. Çocuklarda büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönemin, doğumdan iki yaşın sonuna kadarki süreci kapsadığını belirten Aktepe, süt çocuğu ve küçük çocukların beslenmesiyle ilgili alışkanlıkların özellikle bu dönemde kazandırılması gerektiğini ifade etti.   Yenidoğan için en ideal besinin anne sütü olduğunun altını çizen Aktepe, bebeğin mümkün olduğunca iki yaşına kadar emzirilmesinin önem taşıdığını vurguladı. Aktepe, ilk altı ay anne sütü dışında besin takviyesine gerek olmadığını söyledi.   Çocukların 0-2 yaş grubunda endokrin hormonlarında herhangi bir sorun bulunmaması halinde obezite gelişmesinin mümkün olmadığına dikkati çeken Aktepe, "Bu yaş grubundaki bebek, kilolu veya obez ise ebeveynleri sorgulamak gerekir. Bu durumun tek sorumlusu anne ve babanın yanlış beslenme alışkanlığından kaynaklanmaktadır" dedi.   Aktepe, genellikle yeni doğan bebeklerin etine dolgun olmasının ebeveynlerinin çok hoşuna gittiğini ifade ederek "Adeta, bu durum bebeğin sağlıklı ve şirin olduğunun bir göstergesi gibi algılanıyor. Bilinmesi gereken, bunun tamamen yanlış ve sağlıksız olduğudur. Şirin görünen obezite sorunu maalesef boyu uzayınca de geçmeyecek bir durumdur. Bebek büyüdüğünde de yüzde 25-30 risk devam edecek. Çocuğunuzun büyüme ve gelişmesi normal ise çocukluk çağında kilolu olmaması, büyüdüğünde de obeziteye karşı avantajlı olmasını sağlayacaktır" değerlendirmesinde bulundu.   Çocukluk çağında obezite görülme sıklığının her geçen gün arttığının ve şu anda 1970'lerden 10 kat daha fazla olduğunun altını çizen Aktepe, "Bu oran Türkiye'de 0-5 yaşta yüzde 8,5, 6-18 yaşta yüzde 8,2'dir. Maalesef bu obezite oranlarının 2050 yılında yüzde 50'lere çıkması öngörülüyor" bilgisini verdi.   "Reklam karşısında yemek yedirmek tehlikeli"   Aktepe, çocukların oturabilecek duruma geldiğinde mutlaka yemeklerini masada yemesinin önemli olduğunu belirterek küçük bebeklerin dahi mama sandalyesine oturtularak aile fertleriyle sofrada bulunmaları gerektiğini söyledi.   Özellikle bebeklere yemek yedirilmesinin kimi zaman anne ya da bakıcı için zor olabildiğini ifade eden Aktepe, kimi zaman bunu kolaylaştırmak için bebeklere televizyon karşısında, reklam ya da çizgi film seyrettilirken yemek yedirilmeye çalışıldığını anlattı. Aktepe, bunun çocuğun sağlığı açısından yanlış olduğuna dikkati çekerek şöyle devam etti:   "Kimi anneler, bebeğin sevdiği reklam ya da filmleri bir CD'de toplayarak çocuğa her öğünde yemeği bunları izletirken yedirdiğini ifade ediyor. Bu çok tehlikeli bir durum. Çünkü bu şekilde bebek ya da çocuk, tüm algısını ekrana verdiği için tokluk hissetmiyor ve kendisine verilen gıdaları fark etmezcesine tüketiyor. Bu süre çocuk için yemek saati ve damak lezzetinden ziyade bilinçsizce ağzını açıp yutma refleksi haline geliyor. Çocuk, yiyeceğin ne tadına ne zevkine varabiliyor. Bu arada, ihtiyacından fazla gıda tüketen çocuğun midesi de gereksiz yere büyüyor."   Tokluk merkezinin, yemeğe başladıktan 20 dakika sonra uyarıldığını vurgulayan Aktepe, "Bu süre içinde çocuğa ihtiyacından fazla yemek yedirilir. Çünkü tokluk merkezinin uyarılmasına izin verilmeden peş peşe yemek yedirilmektedir. Oysa tam tersine yemeğinin yavaş yavaş ve çiğnenerek tüketilmesine izin verilmeli. Farkında olmadan fazla yiyecek tüketen çocuklarda, film bittikten sonra ani kusmalar görülmektedir. Çünkü bu miktar vücuda ağır gelmektedir" diye konuştu.   Kendisini ifade edebilecek yaştaki çocukların doyduklarını dile getirdiklerinde daha fazla yemek yemesi için ısrarcı olunmaması gerektiğini kaydeden Aktepe, aile bireylerini, yemek zevkleri konusunda çocukların yanında konuşmamaları konusunda uyardı. Aktepe, çocukların yakın çevresindeki bireyleri rol model olarak kabul ettiğine ve onların davranış biçimlerini taklit ettiğine işaret ederek "Çocukların yanında kesinlikle 'Ben sebze sevmiyorum' ya da 'Ben et dışında yemek yemekten hoşlanmıyorum' gibi ifadeler kullanılmamalı. Çünkü çocuk da bunu yapmaya başlayacaktır" dedi.   "Eğlenceli yemek tabakları hazırlanmalı"   Aktepe, obezitenin önlenebilmesi için sağlıklı beslenmenin bir yaşam biçimi haline gelmesi ve bu alışkanlığın çocuk için de kazandırılması gerektiğini vurguladı. Çocuklara, şeker, çikolata ya da gofret gibi gıdaların kesinlikle ödül olarak sunulmaması gerektiğine dikkati çeken Aktepe, şunları kaydetti:   "Bu tür gıdalar ödülün dışında ceza aracı da olmamalı. Mümkün olduğunca çocukların bu tür gıdaları tüketiminden kaçınılmalı. Ebeveynler veya arkadaşlar ev ziyaretine giderken çocuklara şeker, çikolata almak yerine meyve, süt gibi yiyecekler götürmeli.   Çocukların gün içinde yeterli miktarda su içtiğinden emin olunmalı. Bunun için de idrarın rengine bakılmalı. İdrar rengi kokulu ve koyu ise çocuğun su içmesi gerekir. Yeterli fiziksel aktivite yapılarak enerji harcanmalı. Amatör olarak sporla ilgilenmesi sağlanmalı. Çocuk, gün içinde 8-10 saat uyumalı.   Beslenme alışkanlığında sebze ve meyveye ağırlık verilmeli. Et, süt, yoğurt, peynir gruplarında olabildiğince yağsız olanlar tercih edilmeli. Beyaz ekmek yerine esmer ekmek tercih edilmeli. Çocuklara bu tür gıdaları sevdirmek için eğlenceli, süslü tabaklar hazırlanmalı. Örneğin, köfte tek başına değil de domates ve yeşilliklerle süslenerek bir yüz şeklinde servis edilmeli; ıspanak yemeğinin üstüne yoğurt gülümseyen bir ifade şekli verilerek dökülebilir." AA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

19 Mayıs 2016 Perşembe

Yeni çıkan benler neyin işaretçisi olabilir?

Benlerin renk ve yapısındaki değişikliklerin önemsenmesi ve bu konuda vakit kaybedilmeden uzman yardımı alınması büyük önem taşıyor. Uz. Dr. Lütfiye Çoban ben tanısı ve takibi hakkında bilgi verdi.   35 yaşından sonra çıkan benlere dikkat   Malign melanom yani cilt kanseri olgularının yarısında fazlası normal deri üzerinde oluşur ve koyu renkli olduğu için yeni bir ben gibi algılanmaktadır. 35 yaşından sonra yeni çıkan benler önemsenmelidir. Hastalık genel olarak 50 yaş ve üzeri uzun süreli kuvvetli güneş ışınlarına maruz kalan insanlarda görülmektedir. Solaryum da ultraviyole ışığı yaydığı için güneş kadar risklidir. Melanoma, hastaların yarıdan daha az kısmında eski bir ben üzerinden gelişir. Eski bir benin renk değiştirmesi, büyüklüğünün artması, üzerinde kabarıklık, kanama olması ya da yara açılması melanoma için işaret olabilir.   50’den fazla beniniz varsa…   Eğer bir kişide 35 yaşından sonra yeni ben oluştuysa ve eski bir bende değişiklik olduysa mutlaka bir uzmana başvurması gerekmektedir. Ayrıca 50 adet ve üzerinde beni olanlar, ailesinde melanom öyküsü bulunan kişiler, daha önce melanoma geçirmiş olanlar, diğer türde cilt kanserine yakalanmış olanlar da yılda bir kez deri muayenesi olmalıdır. Dermatoloji uzmanı genel olarak tüm benleri değerlendirdikten sonra dermoskop adı verilen deri yüzey mikroskobisi ile şüpheli benleri detaylı olarak incelemektedir. Dijital dermoskop kullanılması durumunda görüntülerin fotoğraflanıp saklanması ve her kontrolde karşılaştırma yapılması mümkün olmaktadır. Muayenenin sonucuna göre benin alınması ya da belli aralıklar ile takip edilmesi önerilmektedir.   Risk grubundakiler dikkat   Açık tenliler, renkli gözlüler, kızıl saçlılar, çilleri olanlar, güneşte hemen kızarıp hiç bronzlaşamayanlar. Çok sayıda beni olanlar. Ailesinde cilt kanseri olanlar. Daha önce melanoma ya da diğer tür cilt kanseri geçirmiş olanlar. 50 yaş ve üzerindeki kişiler. Uzun süreli güneşlen kişiler ve solaryuma girenler. Çocukluk döneminde ciddi güneş yanığına maruz kalan bireyler cilt kanseri konusunda dikkatli olmalıdır.   Yeni çıkan benlerinizi 1-2 ay arayla takip edin   Vücuttaki benlerin yerlerini ve yapılarını tanıyana kadar haftada bir kez, daha sonra ise 1-2 ay arayla kendi kendine ben muayenesi yapılmalıdır. İyi aydınlanan bir odada, bir adet boy aynası ve bir adet el aynası yardımı ile yeni çıkan ben olup olmadığına ve eski benlerdeki değişikliklere dikkat edilmelidir. Vücut bölgelere ayrılarak incelenmelidir. Ağız içi, kulak içi ve arkasına koltukaltı, parmak araları gibi bölgeler unutulmamalıdır. Saç dipleri için aile bireylerinden yardım alınmalıdır. Daha sonraki muayenelere kılavuz olması için bir şema üzerine işaretlemeler yapılabilir.   Eğer benlerinizin;   Yapısı asimetrikse Kenarlarında düzensizlik varsa İçinde birden fazla renk bulunuyorsa Çapı büyükse Yüzeyinde, boyutunda ve şeklinde değişiklik oluştuysa Üzerinde kanama veya kaşıntı başladıysa Üzerinde yara varsa uzmana başvurmanız gerekmektedir.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

17 Mayıs 2016 Salı

Yeni çıkan benler neyin işaretçisi olabilir?

Benlerin renk ve yapısındaki değişikliklerin önemsenmesi ve bu konuda vakit kaybedilmeden uzman yardımı alınması büyük önem taşıyor. Uz. Dr. Lütfiye Çoban ben tanısı ve takibi hakkında bilgi verdi.   35 yaşından sonra çıkan benlere dikkat   Malign melanom yani cilt kanseri olgularının yarısında fazlası normal deri üzerinde oluşur ve koyu renkli olduğu için yeni bir ben gibi algılanmaktadır. 35 yaşından sonra yeni çıkan benler önemsenmelidir. Hastalık genel olarak 50 yaş ve üzeri uzun süreli kuvvetli güneş ışınlarına maruz kalan insanlarda görülmektedir. Solaryum da ultraviyole ışığı yaydığı için güneş kadar risklidir. Melanoma, hastaların yarıdan daha az kısmında eski bir ben üzerinden gelişir. Eski bir benin renk değiştirmesi, büyüklüğünün artması, üzerinde kabarıklık, kanama olması ya da yara açılması melanoma için işaret olabilir.   50’den fazla beniniz varsa…   Eğer bir kişide 35 yaşından sonra yeni ben oluştuysa ve eski bir bende değişiklik olduysa mutlaka bir uzmana başvurması gerekmektedir. Ayrıca 50 adet ve üzerinde beni olanlar, ailesinde melanom öyküsü bulunan kişiler, daha önce melanoma geçirmiş olanlar, diğer türde cilt kanserine yakalanmış olanlar da yılda bir kez deri muayenesi olmalıdır. Dermatoloji uzmanı genel olarak tüm benleri değerlendirdikten sonra dermoskop adı verilen deri yüzey mikroskobisi ile şüpheli benleri detaylı olarak incelemektedir. Dijital dermoskop kullanılması durumunda görüntülerin fotoğraflanıp saklanması ve her kontrolde karşılaştırma yapılması mümkün olmaktadır. Muayenenin sonucuna göre benin alınması ya da belli aralıklar ile takip edilmesi önerilmektedir.   Risk grubundakiler dikkat   Açık tenliler, renkli gözlüler, kızıl saçlılar, çilleri olanlar, güneşte hemen kızarıp hiç bronzlaşamayanlar. Çok sayıda beni olanlar. Ailesinde cilt kanseri olanlar. Daha önce melanoma ya da diğer tür cilt kanseri geçirmiş olanlar. 50 yaş ve üzerindeki kişiler. Uzun süreli güneşlen kişiler ve solaryuma girenler. Çocukluk döneminde ciddi güneş yanığına maruz kalan bireyler cilt kanseri konusunda dikkatli olmalıdır.   Yeni çıkan benlerinizi 1-2 ay arayla takip edin   Vücuttaki benlerin yerlerini ve yapılarını tanıyana kadar haftada bir kez, daha sonra ise 1-2 ay arayla kendi kendine ben muayenesi yapılmalıdır. İyi aydınlanan bir odada, bir adet boy aynası ve bir adet el aynası yardımı ile yeni çıkan ben olup olmadığına ve eski benlerdeki değişikliklere dikkat edilmelidir. Vücut bölgelere ayrılarak incelenmelidir. Ağız içi, kulak içi ve arkasına koltukaltı, parmak araları gibi bölgeler unutulmamalıdır. Saç dipleri için aile bireylerinden yardım alınmalıdır. Daha sonraki muayenelere kılavuz olması için bir şema üzerine işaretlemeler yapılabilir.   Eğer benlerinizin;   Yapısı asimetrikse Kenarlarında düzensizlik varsa İçinde birden fazla renk bulunuyorsa Çapı büyükse Yüzeyinde, boyutunda ve şeklinde değişiklik oluştuysa Üzerinde kanama veya kaşıntı başladıysa Üzerinde yara varsa uzmana başvurmanız gerekmektedir.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Cilt kreminde civa çıktı

Sağlık Bakanlığına bağlı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun bu yılın ilk üç aylık döneminde yaptığı 336 kozmetik ürün incelemesinde, 170 ürünün "teknik düzenlemeye aykırı", 138'inin ise "güvensiz" olduğu belirlendi.

Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumundan edinilen bilgiye göre, tıbbi cihaz ve kozmetik denetimlerinde ilk üç aylık dönemde 336 kozmetik ürün ve 573 tıbbı cihaz incelendi.

Denetimde, 339 kozmetik ürünün mercek altına alındı ve 70 ürün "teknik düzenlemeye aykırı", 138 ürün de "güvensiz" bulundu.

Kurum tarafından "teknik düzenlemeye aykırılık" gerekçesiyle ilgili firmalara 119 bin 663 lira, "güvensizlik" gerekçesiyle 90 bin lira, "mevzuata uygun olmadığı" gerekçesiyle 70 bin lira olmak üzere 279 bin 663 lira para cezası ile ürün geri çekme, imha iş ve işlemleri de uygulandı.

Güvensiz olduğu belirlenen ürünler arasında bebekler için kullanılan pişik önleyici kremler, yüz maskeleri, gece-gündüz kremleri, maskaralar ve taklit parfümler yer aldı. Cilt bakımında kullanılan leke giderici bir kremde, bir tür ağır metal olan ve toksik etkileri bulunan civaya rastlandı.

Güvensiz ürünler arasında oksijen cihazları da var

Ocak-Şubat-Mart 2016 döneminde 573 tıbbı cihaz da denetlendi. Ürünlerin 267'sinin "uygunsuz", 30'unun ise "güvensiz" olduğu tespit edildi.

Güvensizlik gerekçesiyle firmalara 531 bin lira para cezası kesildi. Kurumun denetim ağına takılan güvensiz ve uygunsuz ürünler arasında ameliyat aletleri, vücut analizörü, kan ayrıştırıcı kitler, şırıngalar, alçılı sargılar ve oksijen cihazları bulunuyor.

Geçen yıl yapılan denetimlerde bin 272 kozmetik üründen 937'sinin "teknik düzenlemeye aykırı", 119 ürünün "güvensiz" olduğu belirlenmiş, ilgili firmalara 1 milyon 570 bin 472 lira para cezası verildi.

Tıbbi cihaz alanında da 2 bin 873 tıbbi cihaz ürününden bin 215'i "uygunsuz", 101'inin "güvensiz", 9'unun da "teknik düzenlemeye aykırı" olduğu kayıtlara geçirildi, ilgili firmalara 1 milyon 724 bin 253 lira ceza kesildi.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

İşte yaza sağlıklı merhaba diyeti

Yaz diyetlerinde tahıl grubu besinlerine yer vermek büyük önem taşıyor. Çünkü posa oranının oldukça yüksek olduğu tahıllı besinler, tokluk hissini arttırdığı gibi konsantrasyonu ve motivasyonu da olumlu yönde etkiliyor. Fındık, susam, ceviz gibi yağlı tohumlar ise yemek yeme kontrolünü sağlayarak, tokluk hissinin oluşmasına yardımcı oluyor. İşte yaza formda girmek için diyet yapmayı düşünenlere altın öğütler:   Yaz aylarının gelmesiyle diyet sezonu açıldı. Baharın son günlerinin yaşandığı, hava sıcaklıklarının yavaş yavaş arttığı şu günlerde beslenme düzeninizi ayarlayarak yaza formda bir başlangıç yapmak elinizde. Diyetisyen Dilara İsmailoğlu, bu dönemde öncelikle yaza zayıf girmek uğruna uygulanan şok diyetlerden uzak durmak gerektiğini söylüyor. Sağlıklı bir beslenme için vücudun alması gereken 4 temel besin öğesinin (süt, et, sebze-meyve, tahıl grubu) gün içinde düzenli bir şekilde alınması gerektiğine işaret eden İsmailoğlu, bu sayede vücudun ihtiyacı olan protein, yağ ve karbonhidrat gibi makro besinlerin, vitamin ve mineral gibi mikro besinlerin alınarak daha çok tokluk hissi kazanılacağını vurguluyor. İsmailoğlu; yaza formda girmek isteyenler için beslenme tüyoları ve iki haftalık örnek diyet listesi verdi:   Tahıl gruplarına mutlaka yer verin   Diyet süresince iştahınızı azaltmak ve kısa sürede doymak için oldukça önemli olan tahıl grupları kesinlikle diyetinizde yer almalıdır. Posa oranının oldukça yüksek olduğu tahıllı besinler tokluk hissini arttırdığı gibi aynı zamanda konsantrasyonu ve motivasyonu da olumlu yönde etkilemektedir. Bahar yorgunluğunun üzerinizden atılmasını da sağlayan tahıllar, bahar diyeti içerisinde tüketeceğiniz önemli besinler arasında olacaktır. Ayrıca tam tahıllı ekmeklerin içeriğindeki lif, protein ve kompleks karbonhidrat sayesinde uzun süre tokluk hissi verirler. Bu sayede abur cubur tüketme isteğiniz azaltarak kilo vermenizi kolaylaştırabilir.   Bol bol su içerek ödemleri atın   Hayatımız için oldukça önemli olan su, diyet boyunca bol bol tüketilmelidir. Bahar diyeti boyunca içilmesi, zayıflamanıza yardımcı olacağı gibi bahar döneminde oluşan ödemin de vücuttan atılmasını sağlayacaktır. Sindirim sisteminin düzenlenmesi için oldukça önemli olan su içmeyi gün içerisinde unutuyorsanız, telefonunuza alarmlar kurabilir veya ofisinizde masanıza ufak notlar yazabilirsiniz. Sağlıklı bir bireyin kilogram başına 30 ml su tüketilmesi gerekmektedir. (50 kiloluk bir bireyin su ihtiyacı 1500 ML/ 1.5 litre.) Öğünlerden 15 - 30 dakika önce ve sonrasında içmiş olduğunuz su, metabolizmanızın hızlanmasına ve mide hacmini doldurarak öğünlerde fazla yemenizi engeller.   Yemek kontrolünü yağlı tohumlarla yapın   Önemli bir diğer besin ise yağlı tohumlardır (fındık, susam, ceviz, ayçiçeği, badem içi, fıstık çeşitleri). Posa, vitamin ve mineral bakımından oldukça değerli olan yağlı tohumlar yemek yeme kontrolünüzü sağlayarak, tokluk hissinin oluşmasına yardımcı olur. Bu besini tüketirken yeteri miktarda tüketmeye özen göstermelisiniz. Gereğinden fazla miktarda tüketilmesi, zayıflamaktan ziyade kilo almanıza sebep olabilir.   Yemeklere pul biber ilave edin   Yemeklerinize pul biber ilave edin. Acı pul biber vücut sıcaklığınızı artırarak metabolizmanızın daha hızlı çalışmasına yardımcı olacaktır.   Yumurtadan asla vazgeçmeyin   Yumurta, biotin içeriğinden dolayı diyette metabolizmanızın artması açısından önemlidir. Yeterli ve dengeli protein tüketilmez ise metabolizma yavaşlayacaktır. Çünkü vücut proteini sindirmek için daha çok enerji harcamaktadır. Hem bitkisel hem de hayvansal kaynaklı proteinleri diyetlerinizde mutlaka yer vermelisiniz.   2-3 Saat aralıklarla beslenin   Metabolizmanın bir diğer düşmanı da uzun süre aç kalmaktır. Aç kalmamak için öğün atlamamaya, az az, sık sık şeklinde beslenmeye dikkat edin. Günde 3 ana öğün ve 3 ara öğün olacak şekilde beslenmenize zaman ayırın ve öğün saatlerinizİ 2-3 saat aralıklarla planlamaya özen gösterin.   Altın öğün kahvaltıyı atlamayın   Kahvaltı, akşam yemeği ile sabah kahvaltı arasında geçen 12 saatlik süre boyunca düşen kan şekeri düzeyini düzenler ve bu sayede iştahı ve enerjiyi dengeler. Kahvaltı yapan kişiler daha az acıkırlar ve diğer öğünlerde fazla yeme durumunu engeller. Bu sayede altın öğün kahvaltı, kişilerin kilo kontrolü sağlamasında yardımcı olur.   Tok tutan besinler yiyin   Kinoa; yüksek oranda protein içermesi ve zengin bir lif kaynağı olması nedeniyle sizi saatlerce tok tutabilir! Diyet yaparken açlık hissi çok oluyorsa; ister ara öğünlerinizde, ister öğünlerde salatalarınızda kullanın. Chia Tohumu; protein, lif, magnezyum, kalsiyum ve omega-3 açısından zengin olduğundan son zamanların vazgeçilmezi haline geldi. Avokado, Türkiye’de çok tercih edilen meyvelerden biri olmasa da Omega- 3 yağ asitlerini içermesi ve zengin lif içeriği ile sizi sandığınızdan fazla tok tutabilir.   Kışın yapılan hataların bedeli yazın ödeniyor   Kilo almanın genel mantığını düşününce en büyük problemin kış günlerindeki hareketsizlik, düzensiz ve sağlıksız beslenme olduğunu biliyoruz. Bu nedenle kışın yapılan dengesiz beslenmenin bedelini yazın ‘şok diyetlerle’ ödemeye çalışırız. Halbuki sağlık adına bu diyetlerden uzak durmak gerekir. Özellikle ağır kalp hastaları, tansiyon rahatsızlığı olan hastalar, yoğun kimyasal ilaç kullananlar, mide ülseri olanlar, kanamalı koliti olanlar, hamileler, emziren anneler, kanser hastaları, reçeteli ilaç kullananlar, böbrek yetmezliği olanlar için kesinlikle sıkı diyetler önermiyoruz.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

16 Mayıs 2016 Pazartesi

'Çölyak' her 100 kişiden birinde görülüyor

Türk Gastroenteroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hale Akpınar, dünyada çölyak hastalığının görülme sıklığının yüzde 1 olduğunu belirterek, "Ülkemizde de görülme sıklığı ortalama bu civardadır yani her 100 kişiden birinde rastlanmaktadır. Ancak çölyak hastalığı buz dağı özelliği göstermektedir. Buna göre tanı almış hastalardan çok daha fazla sayıda tanı konulmamış hasta mevcuttur." dedi.

Dernekten yapılan açıklamaya göre, çölyak hastalığıyla ilgili toplumsal bilinci arttırmak ve hastalığa dikkat çekmek amacıyla 9 Mayıs "Çölyakla Mücadele Günü", Mayıs ayı da "Dünya Çölyak Farkındalık Ayı" olarak belirlendi.

Hastalıkla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Hale Akpınar, çölyakın tetikleyicisi kabul edilen gluten içeren buğday, arpa ve çavdarın tarihi eski olduğu için hastalığın da çok eskilere dayandığını, yaklaşık 10 bin yıl öncesine bile uzanabileceğini belirterek, hastalıkla ilgili ilk bilgilere 2. yüzyılda Kapadokya'da yaşayan Aretaeus'la ulaşıldığını, ancak hastalıkla ilgili farkındalığın bu tarihi geçmişe rağmen çok geç olduğunu kaydetti.

"Hastalık tüm organları etkiliyor"

Hastalığın küçük çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, iştahsızlık, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama, ileri yaşlarda ise kansızlık, boy kısalığı, kemik zayıflığı ve nedeni bilinemeyen karaciğer hastalığı gibi değişik belirtilerle kendini gösterdiğini dile getiren Akpınar, şunları kaydetti:

"Yetişkinlerde ise ishal, aşırı gaz ve kabızlık, izah edilemeyen bulantı ve kusma, tekrarlayan karın ağrısı, kramp veya şişkinlik, demir, B12 vitamini veya folik asit eksikliği, kansızlık, yorgunluk, baş ağrısı, kilo kaybı, ağızda yaralar, saç dökülmesi, deri döküntüsü, osteoporoz, depresyon, infertilite, tekrarlayan düşükler, diş mine problemleri, eklem ve kemik ağrıları, nörolojik problemler gibi çok farklı yakınma veya bulgularla ortaya çıkar. Hasta organ veya sistemi işaret eden bulgular olmaksızın, tüm sistemlere yönelik semptomlara neden olması, çok ciddi tanı karmaşasına yol açmaktadır. Tanıda en önemli faktör bu hastalığın akla getirilmesidir."  



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Hamile kalan 'her dört kadından biri kürtaj oluyor'

Smitha Mundasad / BBC Sağlık Muhabiri

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Guttmacher Enstitüsü'nün araştırmasına göre dünyada her yıl, hamile kalan her dört kadından biri kürtaj oluyor.

Lancet adlı dergide yayımlanan araştırma, her yıl 56 milyon kürtaj yapıldığını, bu rakamın da önceki yıllardan fazla olduğunu ortaya koydu.

Araştırmacılar refah seviyesi yüksek ülkelerde oranın daha düşük olduğunu, yoksul bölgelerde ise son 15 yılda kürtaj sayılarında bir değişiklik kaydedilmediğini söylüyor.

Uzmanlar doğum kontrol hizmetlerine yeni yaklaşımlar getirilmesi çağrısında bulunuyor.

Bilim insanları, 1990-1994 arasında her yıl 50 milyon olarak kaydedilen kürtaj sayısının 2010-2014 arasında yılda 56 milyona çıktığını belirtti.

İsteğe bağlı çocuk aldıranların sayısında artış daha çok gelişmekte olan ve nüfusun arttığı ülkelerde görüldü. Bu ülkelerde ayrıca çekirdek aile kurmak isteyenlerin de sayısı arttı.

Yoksul bölgelerde kişi başına kürtaj rakamlarında durgunluk tespit edilirken daha zengin bölgelerde ise her 1000 kadından kürtaj yaptıranların sayısının 25'ten 14'e düştüğü görüldü.

Araştırmacılar, kürtaj yasaklarının uygulamayı sınırlandırmadığını, aksine insanları yasadışı ve güvenli olmayan kürtaj yöntemlerine yönlendirdiğini savunuyor.

Rapora göre her üç kadından birinin kürtaj yaptırdığı Latin Amerika, dünya genelinde kürtaj sayısının en yüksek olduğu bölge.

Araştırmaya göre Batı Avrupa'da da kürtaj sayısında az bir artış kaydedildi. Uzmanlar bunun, Doğu Avrupa'dan göçün artmasıyla bağlantılı olabileceğini belirtiyor.

'Yeni yöntemler geliştirilmeli'

Araştırmacılar, kürtaj oranının yüksek olduğu ülkelerde doğum kontrol yöntemlerine ilişkin farkındalık olmayabileceğini söylüyor.

Dünya Sağlık Örgütü'nden Dr Bela Ganatra "Araştırmamızdaki yüksek kürtaj oranları, etkin doğum kontrol hizmetlerini geliştirmemiz, yaygınlaştırmamız gerektiğini gösterdi" dedi.

Dr Ganatra "Modern doğum kontrol yöntemlerine yatırım yapmak, kadınlar ve toplum için istenmeyen gebelik ve güvenli olmayan kürtajlardan daha az maliyetli olur" diye konuştu.

Fakat araştırma, çözümün doğum kontrol yöntemlerini yaygınlaştırmayla gelmeyebileceğine de işaret ediyor.

Çoğu kadın yan etkilerinden kaygı duydukları, 'damgalanmak istemedikleri' ve hamile kalmalarının düşük bir risk olduğunu düşündükleri için doğum kontrol yöntemlerine başvurmayı ve doğum kontrol hapı almayı reddettiklerini söyledi.

California Üniversitesi'nden Dr Diana Greene Foster da ilgili makalesinde, 'herkese uyan tek bir teknolojik cevap olmadığını' kaydetti.

Dr Foster, "Sağlık kaygıları ve doğum kontrol haplarının yan etkilerinden hoşlanmama öyle yaygın ki, bu durum, yeni yöntemler geliştirmeye ve doğum kontrol için kadın odaklı yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor" dedi.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Modern çağın yeni sendromu: Mükemmel anne!

Mükemmellik arayışındaki bu annelerden belki de biri sizsiniz! Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül, ‘modern çağın yeni sendromu’ olan mükemmel anne olma isteğinin hem anneye hem çocuğa hem de aile yaşantısına zarar verebildiğini söylüyor. Reyhan Algül, mükemmel annelerde öne çıkan 9 özelliği Mynet.com’a anlattı.

ELEŞTİRİ KABUL ETMEZLER

Genel olarak bu ebeveynler eleştiri kabul etmezler. Sürekli araştırıyor ve biliyor gibi görünmelerine rağmen kendi durumlarına karşı büyük bir körlük içindedirler.

‘PROJE ÇOCUK YETİŞTİRMEK’

Hepsinin ortak noktası farkında olarak ya da olmayarak “proje çocuk” yetiştirme hırsıdır. “Biz onun mutluluğundan başka bir şey istemiyoruz” denilse de çoğu zaman amaçlanan çocuğun başarılı olmasının öncelikli hedef olmasıdır!

BAŞKASININ ÇOCUĞU NE YAPMIŞ!

Mükemmel ebeveynler için okul notları ve okullar için girilen sınavlar büyük bir ölçüttür. Geçmiş yıllarda mahalle ve aile baskısı olarak adlandırılan ”komşular ne der, amcanlar ne der” yerini site yaşamıyla beraber "8. numaradakilerin çocuğu ne yapmış", "Arda/Ada ne yapmış” a bırakmış durumda.

KARIŞIK KAFALAR

Sürekli koşuştururlar. Vakitleri bir türlü yetmez. Çocukları için aşırı efor sarf ederler. Kafaları da sürekli karışıktır. Oldukça kaygılı ve hata yapmaktan son derece korkar bir durumda olduklarından kendilerini de fazlasıyla yıpratırlar.

EŞ OLMAYI UNUTURLAR

Dışarıdan bakıldığında, bu ebeveynlerin mükemmel bir evlilikleri varmış gibi durur ancak işin aslı öyle değildir. Çocuklarıyla o kadar meşgul olur ki, çoğunlukla; eş olmayı ve kendilerini unuturlar.

BLOGLAR BAŞLICA KILAVUZLARI

Mükemmel ebeveyn sendromu daha çok sosyoekonomik ve sosyo-kültürel yönden orta ve üst düzeyde görülür. Ebeveynler, en doğru çocuk yetiştirme tutumunu bulmaya çalışırken bunun için de kitaplara ve internet sitelerine başvurur. Bloglar başlıca klavuzlarıdır. Bu bloglarda yazan bir bilgiyi genellikle eleştirel bir gözle bakmadan kabul etme eğilimdedirler.

KENDİ EBEVEYNLİĞİNİ ONAYLATMA İHTİYACI

Mükemmel ebeveynliği abartanlar da var. Bloglar açıp çocuğuna yedirdiği köfteyi bile şova dönüştüren insanlarla sıkça karşılaşılabiliyor. Böyle bir şeyi paylaşmak çocuğun değil ebeveynin; kendi ebeveynliğini onaylatma ihtiyacından kaynaklanıyor.

BECERİLERİ ABARTMAK

Bu sendromu olan ebeveynler kendi çocuklarının çok zeki ve özel olduğuna da inanıyor. Çocuktaki normal gelişim görevlerini abartılı bir şekilde algılıyorlar. Çocuğun akıllı telefon kullanması ya da tablette oyun açması, çocuğun zekasının parlak olduğu anlamına gelmemektedir.

İLGİNÇ İSİM KOYMA YARIŞI

Uzman Klinik Psikolog Reyhan Algül “İsim koyma konusunda trendler her devirde vardır ama artık onun bile özellikle ilginç isimler koyma konusunda bir yarışa döndüğünü görüyoruz. Bu sendromu olan aileler çocuklarına da kimsede olmayan ya da çok popüler olan isimleri koyarlar” diyor.

BU ÖNERİLERE DİKKAT!

Anneliğin yaşanılarak öğrenilmesi gereken bir süreç olduğunu bilin. Bu süreçte hata yapmak da kaçınılmaz. Önemli olan hatalarınızı minimumda tutmanız ve farkına vardığınız an bunlardan vazgeçmenizdir.

Mükemmel anne olmaya çalışmak yerine ‘yeterince iyi’ olmak yeterli. Çocuğun ihtiyacı; maksimum konfor ve kurslardan ziyade aile sevgisini, desteğini ve güvenini hissetmesidir.

Yeterince iyi ebeveyn çocuğunun özerkliğini destekler ve problem çözmesine izin verir. Hayatın içinde zorluklar her zaman var. Çocukları sürekli zorluklardan korumaya çalışmanın, onların yerine her şeyi yapmanın Don Kişot'un yel değirmenlere saldırması gibi beyhude bir çaba olduğunu unutmayın.

Hayırlar ve sınırlar mutlaka olmak zorunda. Her çocuk sınırlara ihtiyaç duyar. Sınırlar doğru konulursa zannedildiği gibi çocuğun ruhunu örselemez. Çocuğu ruhsal yönden örseleyici olan sizin bir ebeveyn olarak farkındalığınızın az olmasıdır. Farkındalık bilgi demek değildir. Çok okumak, araştırmak, mükemmel olmaya çalışmak; farkındalık anlamına gelmez.

Zorlandığınız konularda uzmanlardan yardım almaktan çekinmeyin.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

13 Mayıs 2016 Cuma

Uykusuzluk çekenlere pratik öneriler

Uyku Derneği (UYKUDER) Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karadağ, yaşam kalitesini düşüren ve sağlığı tehdit eden uykusuzluk (insomni) sorununun, yaşam biçimi, uyku saati ve ortam şartlarının düzenlenmesini içeren "uyku hijyeni"yle büyük oranda çözülebileceğini söyledi.   Prof. Dr. Karadağ, uykunun, insan vücudunu sağlıkla birleştiren altın bir zincir olduğunu, kaliteli uyku uyumadan sağlıklı kalınamayacağını söyledi.   Yaşamın yaklaşık üçte birinin geçirildiği uyku döneminin, sadece pasif dinlenme olmadığını, günlük yaşamda uyanıkken yıpranan vücudun restorasyonunun yapıldığı ve yeni bir güne hazırlandığı aktif bir dönem olduğunu vurgulayan Karadağ, uykusuzluğun, yetişkinlerin yüzde 10 ila 15'inde görülen kronik ve ciddi bir sorun olduğuna dikkati çekti.   Karadağ, genel olarak elverişli ortam ve durumda bulunmasına rağmen, uykuya dalmakta veya uykuyu sürdürmekte güçlük çeken ve bu nedenle dinlendirici uyku uyuyamayan kişilere "insomni hastası" adını verdiklerini söyledi.   İnsomni'nin, kısa ya da uzun süreli olabildiğini ifade eden Karadağ, "Kısa süreli olana 'akut insomni' denilmektedir. Genellikle 1 gün ila 3 hafta sürer. Yabancı mekanda bulunma, durumsal stres, akut tıbbi hastalık veya ağrı, vardiyalı çalışma, kafein veya alkol kullanma nedenleriyle oluşabilir" diye konuştu.   Birkaç günden uzun süren uykusuzluklara dikkat   Birkaç günden uzun süren uykusuzluklarda uzman hekim kontrolünde medikal tedaviye başlanması gerektiğini vurgulayan Karadağ, tedavi kapsamında hastaya stres azaltıcı tekniklerin önerildiğini belirtti.   Karadağ, uzun süreli uyku rahatsızlığına "kronik insomni" adı verildiğini ifade ederek, şöyle devam etti:    "Hastanın, hasta yakınının veya uykusunu gözlemleyen bakıcının ifadesine göre, kişide uykuya başlama ve devam ettirme zorluğu, istenenden erken uyanma, uygun uyku saatinde yatağa gitmek istememesi ve ebeveyn veya bakıcı müdahalesi olmadan uykuya dalmada güçlük gibi belirtilerden bir veya daha fazlasının bulunması durumunda kişi 'kronik insomni' kabul edilir."   "Uyku hijyeni"   Bu hastalarda halsizlik, yorgunluk, dikkat, konsantrasyon veya bellek bozukluğu, sosyal, ailesel, mesleksel veya akademik performans bozukluğu, gündüz uyku hali, kişilik bozuklukları, hata ve kaza yapma eğilimlerinin görülebildiğini kaydeden Karadağ, 'Tedavi sebebe yönelik olarak yapılmaktadır ancak 'uyku hijyeni' yöntemlerinin uygulanması, büyük oranda sorunun çözümüne katkı vermektedir" ifadelerini kullandı.   Karadağ, sağlıklı yaşam için vücudun doğal ritmine uygun şartlarda uyumak gerektiğini, kaliteli ve sağlıklı uyku için gerekli şartların "uyku hijyeni" olarak tanımlandığını ifade ederek, şunları kaydetti:   "Uyku hijyenine uymak için gece karanlıkta salgılanan melatonin gibi uyku hormonlarının doğal ritmine uygun saatlerin tercih edilmesi önerilmektedir. Genel olarak yaşam biçiminin düzenlenmesi, uyku saatlerinin ve ortam şartlarının düzenlenmesi uyku hijyeninin ana unsurlarıdır. Bu nedenle gündüz uyuklamalarından kaçınmak, uyanıklığı sürdürmek için akşam saat 18.00'den önce egzersiz yapmak, sigara, alkol, kafeinden uzak kalmak önemlidir."   Uykusuzluk çekenlere pratik öneriler   Karadağ, uykuya dalmak için fazla uğraşılmaması gerektiğini vurgulayarak, şu önerilerde bulundu:   "Kendi kendinize 'Uyku hazır olduğunda gelecektir, yatakta yatarak gevşemek de uyku kadar güzel' deyin. Karanlık odada gözlerinizi açık tutmaya çalışın, göz kapaklarınız doğal olarak kapanmaya çalıştığında kendi kendinize 'Buna sadece birkaç saniye daha dayan' deyin. Bu işlem uykunun kontrolünü yavaşça ele geçirmesini sağlar. İlgisiz düşünceleri dikkate almamaya çalışın. Hoş bir manzarayı gözünüzün önüne getirin." AA      

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Uykusuzluk çekenlere pratik öneriler

Uyku Derneği (UYKUDER) Genel Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karadağ, yaşam kalitesini düşüren ve sağlığı tehdit eden uykusuzluk (insomni) sorununun, yaşam biçimi, uyku saati ve ortam şartlarının düzenlenmesini içeren "uyku hijyeni"yle büyük oranda çözülebileceğini söyledi.   Prof. Dr. Karadağ, uykunun, insan vücudunu sağlıkla birleştiren altın bir zincir olduğunu, kaliteli uyku uyumadan sağlıklı kalınamayacağını söyledi.   Yaşamın yaklaşık üçte birinin geçirildiği uyku döneminin, sadece pasif dinlenme olmadığını, günlük yaşamda uyanıkken yıpranan vücudun restorasyonunun yapıldığı ve yeni bir güne hazırlandığı aktif bir dönem olduğunu vurgulayan Karadağ, uykusuzluğun, yetişkinlerin yüzde 10 ila 15'inde görülen kronik ve ciddi bir sorun olduğuna dikkati çekti.   Karadağ, genel olarak elverişli ortam ve durumda bulunmasına rağmen, uykuya dalmakta veya uykuyu sürdürmekte güçlük çeken ve bu nedenle dinlendirici uyku uyuyamayan kişilere "insomni hastası" adını verdiklerini söyledi.   İnsomni'nin, kısa ya da uzun süreli olabildiğini ifade eden Karadağ, "Kısa süreli olana 'akut insomni' denilmektedir. Genellikle 1 gün ila 3 hafta sürer. Yabancı mekanda bulunma, durumsal stres, akut tıbbi hastalık veya ağrı, vardiyalı çalışma, kafein veya alkol kullanma nedenleriyle oluşabilir" diye konuştu.   Birkaç günden uzun süren uykusuzluklara dikkat   Birkaç günden uzun süren uykusuzluklarda uzman hekim kontrolünde medikal tedaviye başlanması gerektiğini vurgulayan Karadağ, tedavi kapsamında hastaya stres azaltıcı tekniklerin önerildiğini belirtti.   Karadağ, uzun süreli uyku rahatsızlığına "kronik insomni" adı verildiğini ifade ederek, şöyle devam etti:    "Hastanın, hasta yakınının veya uykusunu gözlemleyen bakıcının ifadesine göre, kişide uykuya başlama ve devam ettirme zorluğu, istenenden erken uyanma, uygun uyku saatinde yatağa gitmek istememesi ve ebeveyn veya bakıcı müdahalesi olmadan uykuya dalmada güçlük gibi belirtilerden bir veya daha fazlasının bulunması durumunda kişi 'kronik insomni' kabul edilir."   "Uyku hijyeni"   Bu hastalarda halsizlik, yorgunluk, dikkat, konsantrasyon veya bellek bozukluğu, sosyal, ailesel, mesleksel veya akademik performans bozukluğu, gündüz uyku hali, kişilik bozuklukları, hata ve kaza yapma eğilimlerinin görülebildiğini kaydeden Karadağ, 'Tedavi sebebe yönelik olarak yapılmaktadır ancak 'uyku hijyeni' yöntemlerinin uygulanması, büyük oranda sorunun çözümüne katkı vermektedir" ifadelerini kullandı.   Karadağ, sağlıklı yaşam için vücudun doğal ritmine uygun şartlarda uyumak gerektiğini, kaliteli ve sağlıklı uyku için gerekli şartların "uyku hijyeni" olarak tanımlandığını ifade ederek, şunları kaydetti:   "Uyku hijyenine uymak için gece karanlıkta salgılanan melatonin gibi uyku hormonlarının doğal ritmine uygun saatlerin tercih edilmesi önerilmektedir. Genel olarak yaşam biçiminin düzenlenmesi, uyku saatlerinin ve ortam şartlarının düzenlenmesi uyku hijyeninin ana unsurlarıdır. Bu nedenle gündüz uyuklamalarından kaçınmak, uyanıklığı sürdürmek için akşam saat 18.00'den önce egzersiz yapmak, sigara, alkol, kafeinden uzak kalmak önemlidir."   Uykusuzluk çekenlere pratik öneriler   Karadağ, uykuya dalmak için fazla uğraşılmaması gerektiğini vurgulayarak, şu önerilerde bulundu:   "Kendi kendinize 'Uyku hazır olduğunda gelecektir, yatakta yatarak gevşemek de uyku kadar güzel' deyin. Karanlık odada gözlerinizi açık tutmaya çalışın, göz kapaklarınız doğal olarak kapanmaya çalıştığında kendi kendinize 'Buna sadece birkaç saniye daha dayan' deyin. Bu işlem uykunun kontrolünü yavaşça ele geçirmesini sağlar. İlgisiz düşünceleri dikkate almamaya çalışın. Hoş bir manzarayı gözünüzün önüne getirin." AA      

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

12 Mayıs 2016 Perşembe

'Çölyak' her 100 kişiden birinde görülüyor

Türk Gastroenteroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Gastroenteroloji Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hale Akpınar, dünyada çölyak hastalığının görülme sıklığının yüzde 1 olduğunu belirterek, "Ülkemizde de görülme sıklığı ortalama bu civardadır yani her 100 kişiden birinde rastlanmaktadır. Ancak çölyak hastalığı buz dağı özelliği göstermektedir. Buna göre tanı almış hastalardan çok daha fazla sayıda tanı konulmamış hasta mevcuttur." dedi.

Dernekten yapılan açıklamaya göre, çölyak hastalığıyla ilgili toplumsal bilinci arttırmak ve hastalığa dikkat çekmek amacıyla 9 Mayıs "Çölyakla Mücadele Günü", Mayıs ayı da "Dünya Çölyak Farkındalık Ayı" olarak belirlendi.

Hastalıkla ilgili açıklama yapan Prof. Dr. Hale Akpınar, çölyakın tetikleyicisi kabul edilen gluten içeren buğday, arpa ve çavdarın tarihi eski olduğu için hastalığın da çok eskilere dayandığını, yaklaşık 10 bin yıl öncesine bile uzanabileceğini belirterek, hastalıkla ilgili ilk bilgilere 2. yüzyılda Kapadokya'da yaşayan Aretaeus'la ulaşıldığını, ancak hastalıkla ilgili farkındalığın bu tarihi geçmişe rağmen çok geç olduğunu kaydetti.

"Hastalık tüm organları etkiliyor"

Hastalığın küçük çocuklarda kusma, ishal, karın şişliği, iştahsızlık, kilo alamama ve boy uzamasında yavaşlama, ileri yaşlarda ise kansızlık, boy kısalığı, kemik zayıflığı ve nedeni bilinemeyen karaciğer hastalığı gibi değişik belirtilerle kendini gösterdiğini dile getiren Akpınar, şunları kaydetti:

"Yetişkinlerde ise ishal, aşırı gaz ve kabızlık, izah edilemeyen bulantı ve kusma, tekrarlayan karın ağrısı, kramp veya şişkinlik, demir, B12 vitamini veya folik asit eksikliği, kansızlık, yorgunluk, baş ağrısı, kilo kaybı, ağızda yaralar, saç dökülmesi, deri döküntüsü, osteoporoz, depresyon, infertilite, tekrarlayan düşükler, diş mine problemleri, eklem ve kemik ağrıları, nörolojik problemler gibi çok farklı yakınma veya bulgularla ortaya çıkar. Hasta organ veya sistemi işaret eden bulgular olmaksızın, tüm sistemlere yönelik semptomlara neden olması, çok ciddi tanı karmaşasına yol açmaktadır. Tanıda en önemli faktör bu hastalığın akla getirilmesidir."  



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Uzmanlardan güneş gözlüğü uyarısı

Güneş gözlüğü hem gözümüzü korumak hem de rahat bir şekilde güneşli günlerin keyfini çıkarabilmek için yaz mevsiminin olmazsa olmazları arasında görülüyor. Ancak ucuza satılan ve uygun olmayan gözlükler, vatandaşlara yarardan çok zarar getiriyor. Uzmanlar, güneş ışınlarının cilde verdiği zarar gibi tıpkı gözlere de zarar verebileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.

“Asıl amacı sağlık”

Ne kadar aksesuar gibi görünse de güneş gözlüğü güneşten koruyan araçların en başında geliyor. Güneş gözlükleri günümüzde genellikle güneş ışınlarının göz kamaştırıcı etkisinden korunmak için ya da şık bir aksesuar olarak kullanılıyor. Ancak güneş gözlüklerinin çok daha önem arz eden görevi ise, gözleri güneşin yaydığı ultraviyole ya da diğer ismiyle morötesi ışınların göze verebileceği hasar ve neden olabileceği ciddi göz hastalıklarından korumak olduğunun da unutulmaması gerekiyor.

“Her gözlük, gözlük değildir”

Güneş gözlüklerinin belli bir standardı ve kalite belgesi olması gerektiğini belirten uzmanlar, her güneş gözlüğünün de ultraviyole ışınlarını tutmadığını hatırlatıyor. Bu nedenle güneş gözlüğünün ultraviyole filtreli, kaliteli, ışığı kıran kaplamalı, yüz yapısına uygun çerçeveli olmasına dikkat edilmesi gerektiği ısrarla vurgulanıyor. Ayrıca polarize camlı gözlüklerin de ultraviyole ışınları kırarak gözü koruduğuna dikkat çekiliyor.

“İşporta gözlük takmamak, takmamaktan daha faydalı”

Göz sağlığı ve güneş gözlüğü seçiminde nelere dikkat edilmesi konularında bilgi veren 20 yıllık optisyen Asım Mülayim, yaz mevsiminin yaklaşmasıyla güneş gözlüklerinin kullanımında artış yaşandığını ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken çok önemli hususlar olduğunu söyledi.

Gözlüğün aksesuardan çok gözü güneşin UV ışınlarından koruyan önemli bir sağlık aracı olduğunu hatırlatan Mülayim, şöyle konuştu:

“Moda ve kozmetik açıdan kullanılan güneş gözlüğünün asıl amacının sağlık olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda halkımızın bilinçlenmesi gerekiyor. İşportada satılan güneş gözlükleri sadece renkli camlardan oluşuyor. Hiçbir UV koruması içermiyor. Bunun yanında gözün koruma mekanizmasını da devre dışı bırakarak göze daha fazla zarar veriyor. Takmamak takmaktan daha faydalı diyebiliriz.”
Mülayim, dünyaya açılan pencerelerimizi korumaya özen göstermemiz gerektiğini söyledi.

Dikkat edilmesi gerekenler

Güneş gözlüğü alırken mutlaka bir optisyenlik müessesesine danışılması gerektiğini anlatan Mülayim, “Buralarda sunulan bütün ürünler, hangi marka olursa olsun, fiyatı ne olursa olsun Sanayi ve Ticaret Bakanlığının TSE’li ürünleridir. Teste tabi tutulmuş ve sertifikalandırılmış ürünlerdir. Moda ve sağlığı bir arada barındıran ürünleri buralarda bulabilirler. Kendilerine yardımcı olan optisyenlerden satın alacakları ürünün ultraviyole ışınlarını tutma derecesini mutlaka öğrensinler ve en yüksek dereceli olanları tercih etsinler” diye konuştu. 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

8 Mayıs 2016 Pazar

Zeki kadınla evlenin ömrünüz uzasın

Zeki kadınların sağlıklı yaşam tarzı hakkındaki tavsiyeleri daha iyi anladığı ve kadının eğitiminin eşinin yaşam tarzı ve sağlığı üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu açıklandı.   Yapılan araştırmalara göre, zeki kadınlarla evli erkeklerin daha uzun yaşadığını kaydeden Dr. Dimitris Tsoukalas, “Bir insanın eşini kaybetmesi, yaşayabileceği en büyük streslerden birisidir. Bu da yaşam kalitesini azaltıyor. Zeki kadınla evli erkeklerin ömrü uzuyor. Çünkü bu kadınlar eşinin sağlıklı beslenmesinde, düzenli bir yaşam sürmesinde önemli rol oynuyor ve onlara iyi bir yaşam ortam oluşturuyor. Kadınlar evin sorumluluğunu, erkeklere göre daha fazla alıyor. Eşiniz ne kadar zekiyse siz de o kadar uzun yaşarsınız” dedi.   Bol su ve egzersiz   Sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmazları sıralayan Dr. Dimitris Tsoukalas, “İyi uyumalıyız, bol su içmeliyiz, diyetimize dikkat etmeliyiz ve egzersiz yapmalıyız. Bunlar kişiden kişiye göre değişebilir. Endüstriyel işlenmiş gıdaların tüketimini azaltmalıyız. Bunun için toplumsal bir çaba harcamalı ve tüm kesime ulaşmalıyız. Şeker tüketimini azaltmamız lazım. Durağan olmamalıyız. Alkol ve sigara tüketmemeliyiz” diye konuştu.   "Güneşten kaçmayın, güneşe çıkın"   Yürüyüş yapmanın stres atmaya faydasının yanı sıra vücudun D vitamini sentezine de yardımcı olduğuna vurgu yapan Tsoukalas, “Çok güneşli bir ülke olduğumuz için güneşe çıkmaktan kaçınıyoruz. D vitamini seviyemiz çok düşük. Sokaklara çıkıp dolaşmalı ve hareket etmeliyiz” dedi.  İHA  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Bu cümleyi çok sık kullanıyorsanız dikkat!

Psikolog Sinem Gül Şahin, insanların tahammül kredilerini son zerresine kadar kullanıp artık sınıra dayandıklarında ya da böyle bir krediye sahip olacak kişilik yapıları en başından beri var olmadığında bu isyan cümlesiyle karşılaşıldığını ifade ederek şu açıklamayı yaptı:

"İki olasılık da baş etmesi zor durumlardır ve bazen çözüm için kökten değişim gerekir. Bazı insanlar verici oldukları ve karşı tarafın her koşulunu kabul edip yerine getirdikleri sürece sevilip değer göreceklerini düşünür. Fikir tartışmalarına girmektense kabullenmek onlar için daha güvenli bir alandır. Bu yüzden ilişkilerinde sabit durumu korumak adına farkında olmadan kendi tahammül sınırlarını daraltırlar. Sonunda tüketirler."

Psikolog Şahin, her şeyi kabullenmiş gibi görünen bu kişiliklerin belli bir süre sonra patlamaya hazır bir bomba haline gelebileceğini belirterek şunları söyledi:

"Çevresindekiler onun önceki yapısına alışık oldukları için artık en ufak şeye bile tahammül edemeyen bu yeni kişiliğe bir anlam veremez. İlişkilerde çatışma artar, çatışma arttıkça kişinin tahammülsüzlüğü beslenir, tahammülsüzlük arttıkça çatışma artar ve bu kısır döngü sonunda mutsuzluğu doğurur.

Bu gibi durumlarda yapılması gerekenin kişinin tahammülsüzlük durumuna gelene kadar niye bu kadar verici olduğunun nedenlerinin bulunmasının gerektiğini vurgulayan Şahin. ''Bu nedenler analiz edilip, kişinin varoluşsal değeri üzerine geliştirdiği çarpık düşünceler ve duygular üzerine çalışıldığında kişi ilişkilerinde daha dengeli bir yaklaşım sergileyebilir'' dedi.

Psikolog Şahin, ''Aşırı verici olan insanların geçmişine baktığımızda sıkça karşımıza mükemmeliyetçi yapıya sahip bir aile tablosu çıkar. Bu aile yapılarında koşullu sevgi gösterimi esastır. Kişi hata yapmadığı, söylenenleri yerine getirdiği yani ebeveyni tatmin ettiği ölçüde onaylanır ve takdir edilir. Bu da kişinin kafasında şöyle bir şema oluşturur; karşımdaki insanın taleplerini yerine getirdiğim koşulda beni sevecektir, aksi takdirde reddedilirim" diye konuştu.

"Bu yorucu olan dönemdir"

Psikolog Sinem Gül Şahin, böylece değer görmekle ilgili kaygıların tohumunun atılmış olabileceğini belirterek şunları söyledi:

"Sonra vericilik dönemi başlar. Uzun bir süre bu dönemin etkisi sürer. Kişinin kendi doğru ve standartları yerine karşısındakinin doğru ve standartları hakimdir. Ta ki saatli bomba patlayana kadar. Bu dönemden sonra kişilerin kendi standartlarını inşa etmeye ve onu korumaya dair çok katı bir tutum içine girdiğini görürüz. Ama bu durum gelgitli olduğu için kişinin ruhsal dengesi iyice bozulur. Çünkü daha önce deneyimlemediği ona yabancı gelen bir yapı içindedir ama artık eski alışık olduğu yapısına tutunacak hali de kalmamıştır, tükenmişlik hisseder. Bu ara dönem en yorucu olandır. Artık kendime de tahammül edemiyorum şikayeti yükselir. Bu noktada bir uzmandan yardım alınması kaçınılmazdır."

Psikolog Sinem Gül Şahin, tahammül sınırları konusunda sorun yaşayan diğer bir kişilik yapısına bakıldığında otoriter aile modelinin etkilerinin görüleceğini belirterek şunları söyledi:

"Belirlenmiş standartların dışındaki kişisel farklılıkların hoş karşılanmadığı, kuralların esneyemez olduğu, fikir paylaşımlarının rahat yapılamadığı, evdeki otorite olan kişinin doğrularının genel geçer doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu katı aile tutumunda yetişen birey bu yapıyı özümseyip kendi kişiliğinde bunu dışa yansıtabilir. Otorite figüründeki mekanizma ona da geçmiştir'' dedi.

Şahin, ''Kendisinin değişmez standartları, esneyemez kuralları vardır ve ilişkilerinde karşısındaki insanın kendisinden farklı olan yönlerini kabullenemez. Kendi yapısına aykırı düşen hiç bir davranış ve düşünceye tahammülü yoktur. Bunu kendi yapısına saygısızlık ya da zarar verici bir durum olarak görüp savunmaya geçer. Sanki varoluşuna saldırılıyormuş gibi bir tehdit algılar ve öfke duygusu yükselir. Gerek arkadaşlık ilişkisi, gerek kadın-erkek ilişkisi gerek iş ilişkisi olsun her durumda hem kişinin kendisi hem de karşısındaki için zor bir ilişki olacaktır" ifadelerini kullandı.

Psikolog Sinem Gül Şahin, bu yapıya sahip kişilerin kendi kafalarında belli bir şema oluşturabileceğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dışarıdan katı görünen bu kişinin içerisinde çok hassas, kırılgan bir yapı vardır. Unutulmamalıdır ki iç yapı ne kadar kırılgan olursa onu korumak için giyilen zırh o kadar sert olacaktır. Bilinmezlik, belirsizlik ve değişim korkutucu gelir. Alışılmış olana tutunmak onlar için bir anlamda hassas yapıyı güvende tutmaktır. Dolayısıyla kendi bildiklerinden farklı bir şey söz konusu olduğunda reddedici davranırlar. O yüzden etrafta benim standartlarım benim kurallarım benim isteklerim tekerlemesiyle dolanırlar. Orta yol, uzlaşma diye bir şey yoktur, başka standart, kural ve istekler tahammül edilemezdir'' 

Kişinin tepkilerindeki aşırılık ve tutumlarındaki ısrarcılık oranının yalnızlığa itilme sürecini hızlandırdığına işaret eden Şahin, ''Yalnızlığın ilk dönemlerinde diğer insanları suçlama eğilimi devam eder. Kızgınlığı onların farklı olmalarından onu terk etmiş olmalarına doğru yön değiştirir. Öfke artmaya devam eder. Her ilişkide benzer şeyleri yaşamasının artık kendisiyle alakalı bir durum olduğunu anlayana kadar yalnızlığa gömülür. Kimseye tahammül edemeyen kişi yalnızlığa tahammül edemez hale geldiğinde ve ruhsal acısı dayanılamaz olduğunda değişim için ilk adımlarını atmaya başlar. Bu dönemde çevresindekilerin kabulleniciliği, ona destek olması, davranışlarındaki değişimle ilgili ona olumlu geri bildirimlerde bulunmaları kendini toparlama süreci için önemlidir" diye konuştu.

Psikolog Sinem Gül Şahin, bıçak kemiğe dayanıp işler içinden çıkılmaz bir hal almadan önce çevrenizdekilerin tepkileri ve ruh halinizdeki zorlantı doğrultusunda tahammülsüzlüğün farkına varıp önlem alınabileceğini söyledi. Bunun için gelen eleştirilere açık olmak gerektiğini anlatan Psikolog Sinem Gül Şahin, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bu eleştiriler karşısında hissettiğiniz duygularla ilgili kendinize karşı dürüst olun. Bu duyguları ve korkularınızı kabullenip, aralarından hangilerinin rahatsız edici olduğunu ve bununla ilgili neler yapabileceğinizi düşünün. İyi-kötü, doğru-yanlış göreceli olmaya müsait kavramlardır bu yüzden yargılayıcı tavırlar sergilemekten kaçının. Herkesin sizinle aynı yapıya sahip olmasını bekleyemezsiniz, farklılıklara karşı toleransınızı arttırın. Bunları yapmakta güçlük çekiyorsanız ve tahammülsüzlüğünüze engel olamıyorsanız profesyonel bir destek almanızda yarar var demektir. Başa çıkamadığınız durumlarda bir uzmandan yardım istemekten çekinmeyin."



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

7 Mayıs 2016 Cumartesi

Uzmanlardan güneş gözlüğü uyarısı

Güneş gözlüğü hem gözümüzü korumak hem de rahat bir şekilde güneşli günlerin keyfini çıkarabilmek için yaz mevsiminin olmazsa olmazları arasında görülüyor. Ancak ucuza satılan ve uygun olmayan gözlükler, vatandaşlara yarardan çok zarar getiriyor. Uzmanlar, güneş ışınlarının cilde verdiği zarar gibi tıpkı gözlere de zarar verebileceği konusunda uyarılarda bulunuyor.

“Asıl amacı sağlık”

Ne kadar aksesuar gibi görünse de güneş gözlüğü güneşten koruyan araçların en başında geliyor. Güneş gözlükleri günümüzde genellikle güneş ışınlarının göz kamaştırıcı etkisinden korunmak için ya da şık bir aksesuar olarak kullanılıyor. Ancak güneş gözlüklerinin çok daha önem arz eden görevi ise, gözleri güneşin yaydığı ultraviyole ya da diğer ismiyle morötesi ışınların göze verebileceği hasar ve neden olabileceği ciddi göz hastalıklarından korumak olduğunun da unutulmaması gerekiyor.

“Her gözlük, gözlük değildir”

Güneş gözlüklerinin belli bir standardı ve kalite belgesi olması gerektiğini belirten uzmanlar, her güneş gözlüğünün de ultraviyole ışınlarını tutmadığını hatırlatıyor. Bu nedenle güneş gözlüğünün ultraviyole filtreli, kaliteli, ışığı kıran kaplamalı, yüz yapısına uygun çerçeveli olmasına dikkat edilmesi gerektiği ısrarla vurgulanıyor. Ayrıca polarize camlı gözlüklerin de ultraviyole ışınları kırarak gözü koruduğuna dikkat çekiliyor.

“İşporta gözlük takmamak, takmamaktan daha faydalı”

Göz sağlığı ve güneş gözlüğü seçiminde nelere dikkat edilmesi konularında bilgi veren 20 yıllık optisyen Asım Mülayim, yaz mevsiminin yaklaşmasıyla güneş gözlüklerinin kullanımında artış yaşandığını ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken çok önemli hususlar olduğunu söyledi.

Gözlüğün aksesuardan çok gözü güneşin UV ışınlarından koruyan önemli bir sağlık aracı olduğunu hatırlatan Mülayim, şöyle konuştu:

“Moda ve kozmetik açıdan kullanılan güneş gözlüğünün asıl amacının sağlık olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda halkımızın bilinçlenmesi gerekiyor. İşportada satılan güneş gözlükleri sadece renkli camlardan oluşuyor. Hiçbir UV koruması içermiyor. Bunun yanında gözün koruma mekanizmasını da devre dışı bırakarak göze daha fazla zarar veriyor. Takmamak takmaktan daha faydalı diyebiliriz.”
Mülayim, dünyaya açılan pencerelerimizi korumaya özen göstermemiz gerektiğini söyledi.

Dikkat edilmesi gerekenler

Güneş gözlüğü alırken mutlaka bir optisyenlik müessesesine danışılması gerektiğini anlatan Mülayim, “Buralarda sunulan bütün ürünler, hangi marka olursa olsun, fiyatı ne olursa olsun Sanayi ve Ticaret Bakanlığının TSE’li ürünleridir. Teste tabi tutulmuş ve sertifikalandırılmış ürünlerdir. Moda ve sağlığı bir arada barındıran ürünleri buralarda bulabilirler. Kendilerine yardımcı olan optisyenlerden satın alacakları ürünün ultraviyole ışınlarını tutma derecesini mutlaka öğrensinler ve en yüksek dereceli olanları tercih etsinler” diye konuştu. 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Polenler astımı tetikliyor!

Astım atağı denilen krizlerde ise hava yollarını saran kaslar kasılıyor, ödem ve şişlik artıyor. Hastada hayati tehlikeye varabilecek şiddette nefes darlığı ve oksijen düşüklüğünden dolayı vücudunda özellikle dudaklardan başlayan morarmalar olabiliyor. Doğru tedavi ile kontrol altına alınabilen ancak kontrolsüz olduğunda yaşam kalitesini ciddi şekilde bozan astımı özellikle bahar aylarında havada uçuşan polenler tetikliyor. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal, polenlerin arttığı aylarda astım ataklarının tetiklendiğini ve hastada nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve öksürüğün artış gösterdiğini belirterek, bu şikayetlerin özellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıktığını söylüyor.

İLKBAHARDA ASTIM ATAĞINDA ARTIŞ YAŞANIYOR

Bahar aylarında ve mevsim geçişlerinde geçmeyen grip ve öksürüğün alerjinin belirtisi olabildiğini, alerjik riniti olanların yüzde 30’unda alerjik astım görülebildiğini vurgulayan Dr. Pelin Uysal, “Özellikle ilkbaharda polenlerin artmasıyla alerjik astım ve alerjik rinit hastalarında yoğun artış görülmektedir. Astım belirtileri olan kişinin göğüs hastalıkları hekimine başvurması tanı için en önemli tetkik olan solunum fonksiyon testinin yapılması önerilir. Hasta gerek görülürse doğru teknikte ve düzenli olarak inhaler ve antialerjik tedavilerini almalıdır. Toplumda söylenenin aksine astım ilaçları bağımlılık yapmaz” diyor. Dr. Pelin Uysal 3 Mayıs Dünya Astım Günü kapsamında, bahar aylarında astım hastalarının alabileceği basit ama etkili tedbirleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

BURUN VE GÖZ ÇEVRESİNE VAZELİN SÜRÜN

Burnun dış kısmına ve göz çevresine ince bir tabaka vazelin sürün. Böylece polenler vazeline yapışacağından burun deliklerinden içeri girmeleri ve gözü rahatsız etmeleri engellenebilir. Ayrıca vazelin cildinizi de nemlendiriyor.

PENCERELERİ KAPALI TUTUN

Polenlerin yoğun olduğu günlerde özellikle de yoğunluğun arttığı sabah saatlerinde araba ve ev pencerelerini açmamaya, kapalı tutmaya özen gösterin.

MASKESİZ ÇIKMAYIN

Hassas kişilerin polenlerin yoğun olduğu günlerde dışarı çıkmamaları, açık havada spor yapmamaları, mümkünse dışarı çıktıklarında polen maskesi takın.

AÇIKTA VE OTURDUĞUNUZ ODADA ÇAMAŞIR KURUTMAYIN

Polen mevsiminde açık havada çamaşır kurutmamaya dikkat edin. Ancak evin içinde çamaşır kuruturken de, oturduğunuz ve sık kullandığınız oda yerine, boş olan bir odada kurutmaya çalışın.

TÜYLÜ HALI BULUNDURMAYIN

Ev tozu akarlarını önlemek için evinizi havalandırın, rutubet olmamasına dikkat edin. Ev ve arabada polen filtrelerinin kullanım şartlarına uygun sürede mutlaka değiştirilmesini sağlayın. Evde özellikle de yatak odasında tüylü ve toz tutan halı ve kilim kullanmayın. Tüylü, yünlü giysilerden uzak durun.

Sigara ve parfüm kokusundan uzak durun

Alerjik kişiler polenlerin yoğun olduğu zamanlarda diğer alerjenlere ve tahriş edici durumlara daha duyarlı oldukları için sigara dumanı, parfüm ve deterjan kokusu gibi astımı tetikleyebilecek kokulardan uzak durun. Evin içinde sigara içilmesine izin vermeyin.

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ TAKIN

Gözlerde kızarıklık, sulanma, yanma ve kaşınma gibi şikayetleri yoğun yaşayan bir kişiyseniz güneş gözlükleri kullanın.

GİYSİLERİNİZİ EVE GİRER GİRMEZ DEĞİŞTİRİN

Eve gelince polenler gün boyu üzerinize yapışmış olabileceği için giysilerinizi değiştirin ancak üzerinizden çıkardığınız giysileri yatak odanızda bırakmayın.

DUŞ ALIN

Dışarıdan eve gelince yüzünüzü mutlaka yıkayın hatta duş alarak saçınızdaki ve vücudunuzdaki polenlerden arının.

BU BESİNLERE DİKKAT EDİN!

Ağır yağlı baharatlı yiyecek ve kafein alımlarını azaltın, az ve sık aralıklı yemek yiyin, yüksek yastıkta yatın. Nefes darlığına karşı keçi boynuzundan faydalanabilirsiniz. Reflü hastalığı astımı tetikleyebildiğinden, reflünüz varsa tedavisini olun. Alerjen özellikteki besin maddeleri ve besinlerdeki katkı maddelerinin atağa yol açabildiğini belirten Dr. Pelin Uysal “Balık, kabuklu deniz ürünleri, kuruyemiş, sucuk, sosis, tursu, cips, işlenmiş hazır yiyecekler, yumurta, süt, muz vb. besinler astım ataklarını tetikleyebiliyor. Bira, şarap gibi fermantasyon yoluyla hazırlanan içkilerden de uzak durulması gerekiyor” diyor.

GÖZLE GÖRÜLEMEYECEK KADAR KÜÇÜK

Polenler bitkilerden havaya saçılan, genelde rüzgar yoluyla etrafa yayılan ve çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklar. Polenlerden düşük ağırlıklı olanlar rüzgar yolu ile yayılıyorlar ve daha alerjen etkiye sahipler. Bu tip küçük polenler rüzgar ile kilometrelerce uzaklara taşınabiliyor ve alerjiye yatkınlığı olan kişileri etkileyebiliyor. Yüksek ağırlıklı olanlar ise böcekler ve arılar yoluyla yayılıyor; genelde çiçek kaynaklı olan bu polenlerin, ağır oldukları için havada asılı kalamadıklarından daha az alerjen özellikleri var.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Bu cümleyi çok sık kullanıyorsanız dikkat!

Psikolog Sinem Gül Şahin, insanların tahammül kredilerini son zerresine kadar kullanıp artık sınıra dayandıklarında ya da böyle bir krediye sahip olacak kişilik yapıları en başından beri var olmadığında bu isyan cümlesiyle karşılaşıldığını ifade ederek şu açıklamayı yaptı:

"İki olasılık da baş etmesi zor durumlardır ve bazen çözüm için kökten değişim gerekir. Bazı insanlar verici oldukları ve karşı tarafın her koşulunu kabul edip yerine getirdikleri sürece sevilip değer göreceklerini düşünür. Fikir tartışmalarına girmektense kabullenmek onlar için daha güvenli bir alandır. Bu yüzden ilişkilerinde sabit durumu korumak adına farkında olmadan kendi tahammül sınırlarını daraltırlar. Sonunda tüketirler."

Psikolog Şahin, her şeyi kabullenmiş gibi görünen bu kişiliklerin belli bir süre sonra patlamaya hazır bir bomba haline gelebileceğini belirterek şunları söyledi:

"Çevresindekiler onun önceki yapısına alışık oldukları için artık en ufak şeye bile tahammül edemeyen bu yeni kişiliğe bir anlam veremez. İlişkilerde çatışma artar, çatışma arttıkça kişinin tahammülsüzlüğü beslenir, tahammülsüzlük arttıkça çatışma artar ve bu kısır döngü sonunda mutsuzluğu doğurur.

Bu gibi durumlarda yapılması gerekenin kişinin tahammülsüzlük durumuna gelene kadar niye bu kadar verici olduğunun nedenlerinin bulunmasının gerektiğini vurgulayan Şahin. ''Bu nedenler analiz edilip, kişinin varoluşsal değeri üzerine geliştirdiği çarpık düşünceler ve duygular üzerine çalışıldığında kişi ilişkilerinde daha dengeli bir yaklaşım sergileyebilir'' dedi.

Psikolog Şahin, ''Aşırı verici olan insanların geçmişine baktığımızda sıkça karşımıza mükemmeliyetçi yapıya sahip bir aile tablosu çıkar. Bu aile yapılarında koşullu sevgi gösterimi esastır. Kişi hata yapmadığı, söylenenleri yerine getirdiği yani ebeveyni tatmin ettiği ölçüde onaylanır ve takdir edilir. Bu da kişinin kafasında şöyle bir şema oluşturur; karşımdaki insanın taleplerini yerine getirdiğim koşulda beni sevecektir, aksi takdirde reddedilirim" diye konuştu.

"Bu yorucu olan dönemdir"

Psikolog Sinem Gül Şahin, böylece değer görmekle ilgili kaygıların tohumunun atılmış olabileceğini belirterek şunları söyledi:

"Sonra vericilik dönemi başlar. Uzun bir süre bu dönemin etkisi sürer. Kişinin kendi doğru ve standartları yerine karşısındakinin doğru ve standartları hakimdir. Ta ki saatli bomba patlayana kadar. Bu dönemden sonra kişilerin kendi standartlarını inşa etmeye ve onu korumaya dair çok katı bir tutum içine girdiğini görürüz. Ama bu durum gelgitli olduğu için kişinin ruhsal dengesi iyice bozulur. Çünkü daha önce deneyimlemediği ona yabancı gelen bir yapı içindedir ama artık eski alışık olduğu yapısına tutunacak hali de kalmamıştır, tükenmişlik hisseder. Bu ara dönem en yorucu olandır. Artık kendime de tahammül edemiyorum şikayeti yükselir. Bu noktada bir uzmandan yardım alınması kaçınılmazdır."

Psikolog Sinem Gül Şahin, tahammül sınırları konusunda sorun yaşayan diğer bir kişilik yapısına bakıldığında otoriter aile modelinin etkilerinin görüleceğini belirterek şunları söyledi:

"Belirlenmiş standartların dışındaki kişisel farklılıkların hoş karşılanmadığı, kuralların esneyemez olduğu, fikir paylaşımlarının rahat yapılamadığı, evdeki otorite olan kişinin doğrularının genel geçer doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu katı aile tutumunda yetişen birey bu yapıyı özümseyip kendi kişiliğinde bunu dışa yansıtabilir. Otorite figüründeki mekanizma ona da geçmiştir'' dedi.

Şahin, ''Kendisinin değişmez standartları, esneyemez kuralları vardır ve ilişkilerinde karşısındaki insanın kendisinden farklı olan yönlerini kabullenemez. Kendi yapısına aykırı düşen hiç bir davranış ve düşünceye tahammülü yoktur. Bunu kendi yapısına saygısızlık ya da zarar verici bir durum olarak görüp savunmaya geçer. Sanki varoluşuna saldırılıyormuş gibi bir tehdit algılar ve öfke duygusu yükselir. Gerek arkadaşlık ilişkisi, gerek kadın-erkek ilişkisi gerek iş ilişkisi olsun her durumda hem kişinin kendisi hem de karşısındaki için zor bir ilişki olacaktır" ifadelerini kullandı.

Psikolog Sinem Gül Şahin, bu yapıya sahip kişilerin kendi kafalarında belli bir şema oluşturabileceğini belirterek sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dışarıdan katı görünen bu kişinin içerisinde çok hassas, kırılgan bir yapı vardır. Unutulmamalıdır ki iç yapı ne kadar kırılgan olursa onu korumak için giyilen zırh o kadar sert olacaktır. Bilinmezlik, belirsizlik ve değişim korkutucu gelir. Alışılmış olana tutunmak onlar için bir anlamda hassas yapıyı güvende tutmaktır. Dolayısıyla kendi bildiklerinden farklı bir şey söz konusu olduğunda reddedici davranırlar. O yüzden etrafta benim standartlarım benim kurallarım benim isteklerim tekerlemesiyle dolanırlar. Orta yol, uzlaşma diye bir şey yoktur, başka standart, kural ve istekler tahammül edilemezdir'' 

Kişinin tepkilerindeki aşırılık ve tutumlarındaki ısrarcılık oranının yalnızlığa itilme sürecini hızlandırdığına işaret eden Şahin, ''Yalnızlığın ilk dönemlerinde diğer insanları suçlama eğilimi devam eder. Kızgınlığı onların farklı olmalarından onu terk etmiş olmalarına doğru yön değiştirir. Öfke artmaya devam eder. Her ilişkide benzer şeyleri yaşamasının artık kendisiyle alakalı bir durum olduğunu anlayana kadar yalnızlığa gömülür. Kimseye tahammül edemeyen kişi yalnızlığa tahammül edemez hale geldiğinde ve ruhsal acısı dayanılamaz olduğunda değişim için ilk adımlarını atmaya başlar. Bu dönemde çevresindekilerin kabulleniciliği, ona destek olması, davranışlarındaki değişimle ilgili ona olumlu geri bildirimlerde bulunmaları kendini toparlama süreci için önemlidir" diye konuştu.

Psikolog Sinem Gül Şahin, bıçak kemiğe dayanıp işler içinden çıkılmaz bir hal almadan önce çevrenizdekilerin tepkileri ve ruh halinizdeki zorlantı doğrultusunda tahammülsüzlüğün farkına varıp önlem alınabileceğini söyledi. Bunun için gelen eleştirilere açık olmak gerektiğini anlatan Psikolog Sinem Gül Şahin, sözlerini şöyle tamamladı:

"Bu eleştiriler karşısında hissettiğiniz duygularla ilgili kendinize karşı dürüst olun. Bu duyguları ve korkularınızı kabullenip, aralarından hangilerinin rahatsız edici olduğunu ve bununla ilgili neler yapabileceğinizi düşünün. İyi-kötü, doğru-yanlış göreceli olmaya müsait kavramlardır bu yüzden yargılayıcı tavırlar sergilemekten kaçının. Herkesin sizinle aynı yapıya sahip olmasını bekleyemezsiniz, farklılıklara karşı toleransınızı arttırın. Bunları yapmakta güçlük çekiyorsanız ve tahammülsüzlüğünüze engel olamıyorsanız profesyonel bir destek almanızda yarar var demektir. Başa çıkamadığınız durumlarda bir uzmandan yardım istemekten çekinmeyin."



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

6 Mayıs 2016 Cuma

Polenler astımı tetikliyor!

Astım atağı denilen krizlerde ise hava yollarını saran kaslar kasılıyor, ödem ve şişlik artıyor. Hastada hayati tehlikeye varabilecek şiddette nefes darlığı ve oksijen düşüklüğünden dolayı vücudunda özellikle dudaklardan başlayan morarmalar olabiliyor. Doğru tedavi ile kontrol altına alınabilen ancak kontrolsüz olduğunda yaşam kalitesini ciddi şekilde bozan astımı özellikle bahar aylarında havada uçuşan polenler tetikliyor. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Pelin Uysal, polenlerin arttığı aylarda astım ataklarının tetiklendiğini ve hastada nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve öksürüğün artış gösterdiğini belirterek, bu şikayetlerin özellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıktığını söylüyor.

İLKBAHARDA ASTIM ATAĞINDA ARTIŞ YAŞANIYOR

Bahar aylarında ve mevsim geçişlerinde geçmeyen grip ve öksürüğün alerjinin belirtisi olabildiğini, alerjik riniti olanların yüzde 30’unda alerjik astım görülebildiğini vurgulayan Dr. Pelin Uysal, “Özellikle ilkbaharda polenlerin artmasıyla alerjik astım ve alerjik rinit hastalarında yoğun artış görülmektedir. Astım belirtileri olan kişinin göğüs hastalıkları hekimine başvurması tanı için en önemli tetkik olan solunum fonksiyon testinin yapılması önerilir. Hasta gerek görülürse doğru teknikte ve düzenli olarak inhaler ve antialerjik tedavilerini almalıdır. Toplumda söylenenin aksine astım ilaçları bağımlılık yapmaz” diyor. Dr. Pelin Uysal 3 Mayıs Dünya Astım Günü kapsamında, bahar aylarında astım hastalarının alabileceği basit ama etkili tedbirleri anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu.

BURUN VE GÖZ ÇEVRESİNE VAZELİN SÜRÜN

Burnun dış kısmına ve göz çevresine ince bir tabaka vazelin sürün. Böylece polenler vazeline yapışacağından burun deliklerinden içeri girmeleri ve gözü rahatsız etmeleri engellenebilir. Ayrıca vazelin cildinizi de nemlendiriyor.

PENCERELERİ KAPALI TUTUN

Polenlerin yoğun olduğu günlerde özellikle de yoğunluğun arttığı sabah saatlerinde araba ve ev pencerelerini açmamaya, kapalı tutmaya özen gösterin.

MASKESİZ ÇIKMAYIN

Hassas kişilerin polenlerin yoğun olduğu günlerde dışarı çıkmamaları, açık havada spor yapmamaları, mümkünse dışarı çıktıklarında polen maskesi takın.

AÇIKTA VE OTURDUĞUNUZ ODADA ÇAMAŞIR KURUTMAYIN

Polen mevsiminde açık havada çamaşır kurutmamaya dikkat edin. Ancak evin içinde çamaşır kuruturken de, oturduğunuz ve sık kullandığınız oda yerine, boş olan bir odada kurutmaya çalışın.

TÜYLÜ HALI BULUNDURMAYIN

Ev tozu akarlarını önlemek için evinizi havalandırın, rutubet olmamasına dikkat edin. Ev ve arabada polen filtrelerinin kullanım şartlarına uygun sürede mutlaka değiştirilmesini sağlayın. Evde özellikle de yatak odasında tüylü ve toz tutan halı ve kilim kullanmayın. Tüylü, yünlü giysilerden uzak durun.

Sigara ve parfüm kokusundan uzak durun

Alerjik kişiler polenlerin yoğun olduğu zamanlarda diğer alerjenlere ve tahriş edici durumlara daha duyarlı oldukları için sigara dumanı, parfüm ve deterjan kokusu gibi astımı tetikleyebilecek kokulardan uzak durun. Evin içinde sigara içilmesine izin vermeyin.

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ TAKIN

Gözlerde kızarıklık, sulanma, yanma ve kaşınma gibi şikayetleri yoğun yaşayan bir kişiyseniz güneş gözlükleri kullanın.

GİYSİLERİNİZİ EVE GİRER GİRMEZ DEĞİŞTİRİN

Eve gelince polenler gün boyu üzerinize yapışmış olabileceği için giysilerinizi değiştirin ancak üzerinizden çıkardığınız giysileri yatak odanızda bırakmayın.

DUŞ ALIN

Dışarıdan eve gelince yüzünüzü mutlaka yıkayın hatta duş alarak saçınızdaki ve vücudunuzdaki polenlerden arının.

BU BESİNLERE DİKKAT EDİN!

Ağır yağlı baharatlı yiyecek ve kafein alımlarını azaltın, az ve sık aralıklı yemek yiyin, yüksek yastıkta yatın. Nefes darlığına karşı keçi boynuzundan faydalanabilirsiniz. Reflü hastalığı astımı tetikleyebildiğinden, reflünüz varsa tedavisini olun. Alerjen özellikteki besin maddeleri ve besinlerdeki katkı maddelerinin atağa yol açabildiğini belirten Dr. Pelin Uysal “Balık, kabuklu deniz ürünleri, kuruyemiş, sucuk, sosis, tursu, cips, işlenmiş hazır yiyecekler, yumurta, süt, muz vb. besinler astım ataklarını tetikleyebiliyor. Bira, şarap gibi fermantasyon yoluyla hazırlanan içkilerden de uzak durulması gerekiyor” diyor.

GÖZLE GÖRÜLEMEYECEK KADAR KÜÇÜK

Polenler bitkilerden havaya saçılan, genelde rüzgar yoluyla etrafa yayılan ve çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük parçacıklar. Polenlerden düşük ağırlıklı olanlar rüzgar yolu ile yayılıyorlar ve daha alerjen etkiye sahipler. Bu tip küçük polenler rüzgar ile kilometrelerce uzaklara taşınabiliyor ve alerjiye yatkınlığı olan kişileri etkileyebiliyor. Yüksek ağırlıklı olanlar ise böcekler ve arılar yoluyla yayılıyor; genelde çiçek kaynaklı olan bu polenlerin, ağır oldukları için havada asılı kalamadıklarından daha az alerjen özellikleri var.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Çocuğunuz 5 yaşından önce okumayı öğreniyorsa hemen sevinmeyin

Konuyla ilgili bilgiler veren Fizyotem Tıp Merkezi Psikolojik Danışma Birimi Psikoloğu Yrd. Doç. Dr. Mesud Yalçın Güzel, 5 yaşından önce okumayı öğrenen ve sayı saymayı beceren çocukların ‘Hiperleksi' hastası olma riski taşıdığını söyledi.

‘Hiperleksi'nin erken gelişen okuma becerisi ve bunun yanında dil problemleri, öğrenme ve sosyalleşme yeteneğinde sorunları olan çocuklara verilen genel bir ad olduğunu kaydeden Güzel "Bu tip çocuklar çeşitli şikayetlerle kliniklere ve danışma merkezlerine geldiklerinde genelde otizm, asperger davranış bozuklukları ile karıştırılır. Hatta bu çocuklar arasında üstün yetenekli çocuklar bile bulunmaktadır. Erken okuma yeteneği genelde görsel öğrenme tarzındadır. Başlangıçta okuduklarını anlamadıkları halde anlamanın daha sonra oluştuğu görülür. Bir eğitim almadan 5 yaşından önce okumayı öğrenebilirler fakat dilde ve sosyal ilişkilerde güçlükleri vardır. Bu çocuklar cümle içindeki yapısal ve anlamaya ilişkin ipuçlarını yakalamakta güçlük yaşarlar” dedi.

Hiperleksik olan çocukların bazı ipuçları ile kendilerini ele verdiğini kaydeden Güzel "En başta okumaya erken başlarlar. 3 yaşında okumayı öğrenirler. Yazılı kelimeler çok dikkatini çeker. Televizyondaki Çarkıfelek veya kelime bulma tipi yarışma programlarındaki kelimeleri anında öğrenir başka zaman aynı kelimeyi okurlar. Ebeveynlerini şaşırtırlar. Anne ve babası onu üstün zekalı zannederler. Dil öğrenme bozuklukları baş gösterir. İlk konuşmaları ‘Ekolali' şeklinde yansıtmalıdır. Harflere, sayılara ve şarkı sözlerine karşı iyi bir işitsel hafızaları olduğu gibi iyi bir görsel hafızaları da vardır. Tek kelimeleri anlamaları cümleyi anlamalarına göre daha iyidir Tekrarlayıcı vekendilerine has kelime ve cümlecikler kullanırlar. Konuşması normal bile olsa konuşmayı başlatma ve sürdürmede sorunları vardır. Sosyalleşmede yaşanan problemler ise gruba uyumda zorlanma, yaşıtlarıyla arkadaşlık kuramama, yüksek sesli makinelere karşı duyarlılıktır. Dilde gelişme oldukça bu davranış gecikmeleri de azalmaktadır. Bu çocukların bir kısmı ilk başlarda otistik bozukluğa benzerdavranışlar gösterebilir, ritüalistik tekrarlanan davranışlarda bulunurlar. Aşırı ısrar, bir duygusal durumdan diğerine geçiş de zorlanmalar, öfke nöbetleri gibi” ifadelerini kullandı.

"HİPERLEKSİLİ ÇOCUKLAR ÇOĞUNLUKLA ERKEKTİR”

Yrd. Doç. Dr. Mesud Yalçın Güzel, Hiperleksili çocukların çoğunlukla erkeklerden oluştuğuna dikkat çekerek "Davranışsal ve sosyal anormallikleri vardır. Dili anlamada iletişimsorunu yaşarlar. 5 yaşından önce okurlar ve kelimeler karşısında büyülenmiş gibi bir davranış gösterirler. Tüm hiperleksik çocuklar kelimeleri bütün olarak tanır. Bazı hiperleksik çocuklar kelimeyi daha önce bir yerde görmeseler de okuyabilirler. Bazıları logolara aşırı ilgi duyar. Hiperleksi özelliği olan çocuklar genelde ilk kelimelerini 12. ayda söylerler ve bu kelimeler genellikle tren, kamyon, araba vb. gibi ilgi duydukları kelimelerdir. Harfler ve sayılarla çok ilgilendikleri hatta bunlar karşısında büyülenmiş gibi davranırlar. Sayıları ve alfabenin harflerini sayabilirler, kolayca şarkıları ezberleyebilirler. Dilde 18. aya doğru bir gerileme olmakta ve bu 24. aya kadar sürebilmektedir. Dil gelişimi normal yaşıtlarına göre daha geç gerçekleşir” diye konuştu.

"Bu çocuklar görsel mekanik oyuncakları severler. Özellikle tren araba gibi oyuncaklara ilgi fazladır” diyen Güzel "Televizyonda özellikle Çarkıfelek gibi programlara kilitlenirler. Bu programlar gibi içinde çok fazla sayıda harf, sayı ve kelime görselleri okumalarını artırır.Evdeki eşyaların aynı yerlerde kalması konusunda ısrarcı davranırlar. Yine bir yere giderken hep aynı yolu kullanmak isterler başka bir yoldan gitme konusunda direnirler. Öfke patlamalarında sözel olarak sakinleşmezler, bir şekilde dikkatleri ilgi duyduğu başka bir tarafa çekilmeye çalışılmalı ya da müzik kullanılmalıdır. Genellikle arkadaşlık ilişkileri kurmada zorluk çekerler. Oyun oynayan yaşıtlarının yanına gitse bile nadiren bir konuşma veya ilişki başlatabilirler. Dinlemede seçicilik gösterirler. Yanındaki bir şeyi dinlemiyorken diğer odada ilgilerini çekebilecek hafif bir sesi işitebilirler. Dinlemedeki bu seçicilik önemlidir. Zeki ve sevimli bir görünümleri vardır. Oyuncaklarla oynarken mekanik olanları yada puzzle'ı tercih edeceklerdir. Bu çocukların ince motor becerilerinde herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Okuduğunu anlama sözel dil ile ilişkilidir. Erken yaşlarda yazılı soruları ve bilgileri daha iyi anlarlar. Erken okuma, yüksek işlevli otistik bozuklukta da görülebilmektedir. Pek çok hiperleksi özelliği olan çocuk 4,5-5 yaşlarında dil gelişimlerinde ilerleme gösterirlerken sosyal iletişimdeki bozukluk bazen kalıcı haldedir” şeklinde konuştu.

Hiperleksik çocukların erken yaşlarda, otizme benzer pek çok tipik davranış gösterebildiğini de vurgulayan Güzel "Bunlar tekrarlanan, ritüalistik davranışlar, duyusal hassasiyet (gürültü, dokunma ve koku gibi) artmış duyarlılık, öfke patlamaları, yaygın anksiyete ve anormal korkulardır. Bu davranış anormallikleri 4,5-5 yaşında dilin gelişimi ile azalır. Bu çocuklar sevecen, sıcak çocuklardır ve yetişkinler ile daha iyi bir iletişim kurarlar. 5 yaşından itibaren eğitici oyunlara katılabilirler. Her ne kadar normal bir okula gidebilseler de eğitimlerinde küçük değişikliklerle anne-babalar uzman bir psikolog tarafından yönlendirilirse özel eğitimle çok iyi netice alabilirler” tavsiyesinde bulundu.

İHA



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

'Horlama ve uyku apnesi kalp hastalığına sebep olabilir'

Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Özdemir, ileri yaşlarda horlama ve uyku apnesinin (uykuda nefesin durması) kalp hastalığına yol açabileceğini belirterek, "Eşinize horlayıp horlamadığınızı sorun, gerekirse tedavi olun." dedi.

Özdemir, yaptığı açıklamada, insanların genellikle kalp sağlığı bozulduktan sonra doktora gitme gereği duyduklarını söyledi.

Kalp sağlığı bozulmadan doktora başvurup risklere karşı önlem alınmasının önemini vurgulayan Prof. Dr. Özdemir, kalbi yoran riskli durumlar hakkında bilgi verdi.

Stresten mümkün olduğunca uzaklaşılmasını tavsiye eden Bülent Özdemir, şöyle devam etti:

"Uzun süreli stres, tansiyon yüksekliğine, kalp hızı ve kalp hastalığı riskinde artışa neden olur. Bu nedenle stresle mücadele etmeli, kontrol etme tekniklerini öğrenmeli ve uygulamalıdır. Derin nefes alma egzersizleri konunun uzmanlarından öğrenilmeli ve yapılmalıdır. Gün içinde hoşumuza giden rahatlatıcı aktivitelere mutlaka vakit ayrılmalıdır. Sıkıntı duyduğunuz, stres aldığınız işlerden mutlaka uzaklaşılmalıdır. Her işi siz yapmak zorunda değilsiniz, bırakın bazı işleri başkaları yapsın çünkü uzun zamanda bu stres, kalpte mutlaka sorunlar açacaktır."

"Küçük tabaklarda az yemek" önerisi

Özdemir, kalp sağlığı için bireyin sağlıklı bir yaşam sürmesi, ideal vücut ağırlığında olması ve düzenli spor yapması gerektiğini anlattı.

Saydığı bu durumlara ulaşmanın yolunun iyi ve dengeli beslenmeden geçtiğine değinen Prof. Dr. Özdemir, "En temel yaklaşım, aşırı ve gereksiz kalori almayı engellemektir. Bunun için yapılacak en öncelikli ve basit şey, porsiyonları küçültmektir. Bunun için yemeğimizi küçük tabaklardan yemeliyiz." diye konuştu.

Yağsız veya düşük yağlı süt ürünlerinin tercih edilmesini öneren Bülent Özdemir, doymuş ve trans yağlar, tatlılar, kırmızı et ve tuz alımının da sınırlandırılması tavsiyesinde bulundu.

"Aile hikayesi önemlidir"

Özdemir, 20'li yaşlarda mutlaka bir kalp doktoruna muayene olunması gerektiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti:

"İnsanlar, kalp hastası olmadan doktora gitmeli ve risklerine göre önlem almalıdır. Hasta olmadan erken yaşlarda doktor kontrolüne başlanmalıdır. Bu sayede risk faktörlerimiz belirlenebilir ve buna uygun gereken adımlar atılır. Örneğin kan kolesterolümüz yüksekse müdahale edilir. Bilinmeyen bir hastalığımız varsa tedavi edilir, hipertansiyon ve diyabet gibi hastalıklar erkenden tespit edilebilir. Bu sayede kalp hastalığı riskimizi azaltabiliriz. Aile hikayesi önemlidir. Erken yaşta kalp hastası olan bir kardeş veya anne baba varlığı, bizim de risk taşıdığımızı gösterir. İleri yaşlarda horlama ile uyku apnesi önemlidir ve kalp hastalığına sebep olabilir. Eşinize horlayıp horlamadığınızı sorun, gerekirse tedavi olun. Orta yaşları geçmişseniz, kalp krizi belirtilerinin ne olduğunu mutlaka öğrenin. Tabii ki her yaşta bu bilgilerin öğrenilmesi gerekir, ancak ileri yaşlarda bu bir zorunluluktur."

Kalp sağlığını korumada spor ve egzersizin de önemli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Özdemir, haftada en az 2,5 saat orta derecede aerobik ve fiziksel aktivite yapılması gerektiğini de sözlerine ekledi. AA



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

1 Mayıs 2016 Pazar

Gözdeki sarı nokta körlüğe yol açabilir

İzmir Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Mucize Yararcan, merkezi görmeden sorumlu bir retina hastalığı olan sarı noktanın (makula dejenerasyonu) yaşamı olumsuz etkilediğini belirterek “Sarı nokta, görmeyi sağlayan hücrelerin bulunduğu retinanın okuma gibi ayrıntılı görmeyi sağlayan bölgesidir.

Genellikle 60 yaş üstü kişilerde yıpranma ve bozulma olması sonucu görme azalmasına ve körlüğe neden olur. Gözün arka kısmında bulunan ve merkezi görmeyi sağlayan bölge olan sarı noktayı korumak, görme yetisinin kaybedilmemesi açısından büyük önem taşır. Bu hastalığa sahip kişiler baktığı noktanın ortasını iyi göremez.

Okuma zorlaşır, çizgiler kırık ve eğri görülür, renkler soluklaşır. Kısa sürede mutlaka göz hekimine danışmalıdır” dedi.

“YAŞ TİPİ HIZLI İLERLİYOR”

Hastalığın kuru ve yaş tip olarak ikiye ayrıldığını ifade eden Yararcan, “Yaşa bağlı sarı nokta hastalığının kuru ve yaş olmak üzere iki formu vardır. Kuru tip daha yavaş ilerler.

Görme kaybı daha uzun sürede oluşur. Yaş tipte ise ani ve hızlı görme kaybı yaşatmaktadır.

Yıpranan ve bozulan makula hücrelerinin altında gelişen yeni damar oluşumları, makula ve retinaya sıvı sızıntısına ve kanamaya yol açar. Tedaviye hemen başlanırsa görme kaybının önüne geçilir. Göz içine yapılan ilaç enjeksiyonu ile tedavi edilir” diye konuştu.

“GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN”

Havaların ısınmasının göz sağlığı açısından olumsuz etkileri olduğunu ifade eden Yararcan, şunları söyledi:
“Gözümüzün zarar görmemesi için kaliteli güneş gözlüğü kullanmalıyız.

Güneşe direkt olarak bakmamalıyız. Sigara içmemeli, ıspanak, brokoli ve koyu renkli sebze ve meyve tüketmeliyiz. Bunlara dikkat etmemiz göz sağlığımız açısından önemlidir.”



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

"Kızartma" hastalıklara davetiye çıkarıyor

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü öğretim görevlisi Esma Aksoy Kendilci, fazla yağ tüketiminin kanser riskini artırarak birçok hastalığı tetiklediğini söyledi.

Kendilci, kızartmanın en çok kullanılan pişirme yöntemlerinden biri olduğunu belirterek, "Fazla yağ tüketimi, kalp hastalıkları, kanser, diyabet, hipertansiyon gibi hastalıkların riskini artırmaktadır" dedi. Kızartılmış yiyeceklerin yüksek oranda yağ içerdiğini vurgulayan Kendilci, aynı zamanda bunun mide krampları, reflü, mide yanması ve hazımsızlığa da yol açtığının altını çizdi.

Kendilci, kızartma yerine ızgarada, fırında, haşlayarak veya buğulayarak pişirilmiş yiyeceklerin tercih edilmesi gerektiğini aktardı.

"Kızartma yağlarını fazla kullanmayın"

Kızartma sırasında yağların yapısında bir takım değişiklikler meydana geldiğini belirten Kendilci, "Kızartma yağlarının tekrar tekrar kullanılması, kanserojen madde oluşumunu arttırır. Bu nedenle kızartmaya beslenmemizde çok fazla yer vermemeliyiz ve kızartma yağlarını 3 defadan fazla kullanmamalıyız" ifadelerini kullandı.

Kendilci, kızartma işleminin, sıcaklık derecesinin kontrol edilebileceği ve yağın homojen olarak ısıtılabileceği fritöz gibi ekipmanlarda yapılmasını tavsiye etti. Kızartmalık yağın ısısının 150-170 derece arası bir ısıya ayarlanması gerektiğini söyleyen Kendilci, ısının 180 derecenin üzerine çıkarılmasının doğru olmadığını kaydetti.

Yemeklerde trans yağ oranı düşük, uygun kızartmalık katı veya sıvı yağın tercih edilmesi gerektiğini belirten Kendilci, "Gıdalara fritözün üzerinde tuz veya baharat dökülmemelidir. Her kızartmadan sonra yağın filtre edilmesi (süzülmesi), kızartma esnasında kızartılan gıdanın yağ emmesinden dolayı meydana gelen kaybın, yağın yeniden kullanımından önce biraz yeni yağ ekleyerek gençleştirme yöntemiyle yağdaki zararlı bileşik olan polar maddelerin miktarının aşağıya çekilmesi mümkündür" ifadelerini kullandı.

Kızartma yağlarının lavaboya dökülmesi gerektiğini vurgulayan Kendilci, atık kızartma yağlarının ev ve ya iş yerlerinde uygun kaplarda biriktirilip geri dönüşüme verilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.  AA

 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Gözdeki sarı nokta körlüğe yol açabilir

İzmir Üniversitesi Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Mucize Yararcan, merkezi görmeden sorumlu bir retina hastalığı olan sarı noktanın (makula dejenerasyonu) yaşamı olumsuz etkilediğini belirterek “Sarı nokta, görmeyi sağlayan hücrelerin bulunduğu retinanın okuma gibi ayrıntılı görmeyi sağlayan bölgesidir.

Genellikle 60 yaş üstü kişilerde yıpranma ve bozulma olması sonucu görme azalmasına ve körlüğe neden olur. Gözün arka kısmında bulunan ve merkezi görmeyi sağlayan bölge olan sarı noktayı korumak, görme yetisinin kaybedilmemesi açısından büyük önem taşır. Bu hastalığa sahip kişiler baktığı noktanın ortasını iyi göremez.

Okuma zorlaşır, çizgiler kırık ve eğri görülür, renkler soluklaşır. Kısa sürede mutlaka göz hekimine danışmalıdır” dedi.

“YAŞ TİPİ HIZLI İLERLİYOR”

Hastalığın kuru ve yaş tip olarak ikiye ayrıldığını ifade eden Yararcan, “Yaşa bağlı sarı nokta hastalığının kuru ve yaş olmak üzere iki formu vardır. Kuru tip daha yavaş ilerler.

Görme kaybı daha uzun sürede oluşur. Yaş tipte ise ani ve hızlı görme kaybı yaşatmaktadır.

Yıpranan ve bozulan makula hücrelerinin altında gelişen yeni damar oluşumları, makula ve retinaya sıvı sızıntısına ve kanamaya yol açar. Tedaviye hemen başlanırsa görme kaybının önüne geçilir. Göz içine yapılan ilaç enjeksiyonu ile tedavi edilir” diye konuştu.

“GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ KULLANIN”

Havaların ısınmasının göz sağlığı açısından olumsuz etkileri olduğunu ifade eden Yararcan, şunları söyledi:
“Gözümüzün zarar görmemesi için kaliteli güneş gözlüğü kullanmalıyız.

Güneşe direkt olarak bakmamalıyız. Sigara içmemeli, ıspanak, brokoli ve koyu renkli sebze ve meyve tüketmeliyiz. Bunlara dikkat etmemiz göz sağlığımız açısından önemlidir.”



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kilo verme vakti geldi

Tutar, “Toplum olarak yanlışımız kilo problemlerini estetik sorun olarak görmemiz. Asıl doğru olan ise fazla kilolarımızın sağlığınızı tehdit eden bir problem olarak görmektir. Önemli olan uygulayacağınız sağlıklı beslenme programını yaşamınızın devamında da uygulamak” dedi.   Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, istenilen vücuda sahip olabilmek için neler yapılması noktasında şunları kaydetti;   Öğün atlamamak   Uzun süre kendini aç bırakan kişiler için iki sonuç vardır. Bunlardan bir tanesi hiç kilo veremediği gibi aksine belirli bir süre sonra yaptığı diyeti bırakıp daha da çok kilo aldığı gerçeğidir. İkinci sonuç ise kilo kaybına rağmen diyet sürecinde kendini fazla yıpratma sonucu verdiği kiloyu uzun süre koruyamamaktır. Öğünlerin düzenli yapılması hem uzun süre aç kalmanızı engelleyecek hem de yaptığınız diyetin beslenme tarzı olmasını sağlayacaktır. Kısacası verdiğiniz kiloyu da çok daha rahat koruyabileceksiniz.   Sıvıları fazla tüketin   Düzgün diyet yapan kişilerde yeterli miktarda su içilmediğinde diyetin verimliliği düşecektir. Verdiğiniz kilonun tartı üzerinde istenildiği seviyelere inmesi de imkansız olacaktır. Bu nedenle gün içerisinde yeterli miktarda su içmelisiniz. Ayrıca gün içinde bazı bitki çaylarını, siyah çayı ve kahveyi de doğru miktarlarda tüketirseniz kilo vermenize yardımcı olacaktır.   Naneli sakız çiğnemek   Yapılan bazı bilimsel çalışmada naneli sakız çiğneyen bireylerin uzun süre tokluk hissiyatı yaşadığı dolayısıyla gün içerisinde daha az abur cubur tükettiğini göstermiştir. Eğer sürekli açlık hissiyatınız var ise naneli sakızı denemelisiniz.   Akşam 8'den sonra besin tüketmeyin   Ne yaparsanız yapın akşam 8’den sonra besin tüketirseniz kilo veremezsiniz. Bu nedenle yaptığınız beslenme programında akşam yemek saatlerine özellikle özen gösterin.   Kötü beslenme alışkanlıklarından ve rafine besinlerden uzak durun   Diyetinizi sabote edebilecek kötü beslenme alışkanlıklarından bir dönem uzak durmalısınız. Hatta diyet programınız bittikten sonrada belirli sıklıklarda kontrollü olarak bu besinleri tüketmeli sürekliliğinden kaçınmalısınız. Ayrıca rafine besinler, hazır içecekler ve katkı maddesi ürünleri mümkün olduğunca beslenme programınızda bulundurmayınız.   Sadece kilo verme hevesine kapılmayın   Amaç sadece kilo vermek ise sonuç başarısız olacaktır. Bu süreçte etrafınıza sizden daha hızlı kilo vermiş kişilerin rakamlarına takılırsanız yine sonuç hüsran olabilir. Kilo vermek heves işi değil, sağlıklı beslenmeyi yaşam biçimi haline getirmek ile olur.   Düşük karbonhidratlı diyetlerden uzak durun   “Ekmek yemeyeyim”, “meyve yemeyeyim” gibi cümleler ile diyete başlarsanız yine kilo vermeniz zor bir süreç olur. Bu şekilde beslenmeye çalışırsanız tüm günü tatlı krizleri ile geçirirsiniz. İpin ucu bir kere kaçtı mı gerisi zaten gelecek ve kendi diyetinizi kendiniz sabote etmiş olacaksınız.     Her gün egzersiz yapın    Her gün 30 dakikalık yürüyüşler bile kilo vermenizi hızlandıracaktır. Eğer özellikle yürüyüşe zaman ayırmakta zorlanıyorsanız gün içini hareketli geçirin. Kısa mesafeli yolları yürüyün, arkadaşlarınızla yapabileceğiniz egzersiz programlarına katılabilirsiniz.   Sadece hedefe odaklanın   Kilo vermekteki asıl amaç görüntü, kıyafet ve bedenin istenildiği şekle gelmesidir. Bu nedenle tartı üstündeki kilonuza odaklanırsanız sizi mutsuz eder. Eğer kıyafetleriniz yavaş yavaş bollaşıyorsa, aynanın karşısına geçtiğinizde özgüveniniz daha yüksekse sizi bu mutlu etmeli. Eğer bunlara bakmayıp sadece tartı üstündeki gramları sayarsanız sonuç yine hüsran olacaktır.   Yüksek posalı ürün tüketin   Kilo vermenin temeli düzgün çalışan barsak sistemi ile gerçekleşir. Eğer barsak sisteminizde sürekli problem varsa ve kabızlık yaşıyorsanız kilo vermeniz çok zordur. Barsak sisteminin yavaş çalışması kronik ise ilk iş doktora gitmelisiniz. Eğer beslenme programınızdaki yanlış besin seçimine bağlı kabızlık yaşıyorsanız posalı besinler tüketmelisiniz.” İHA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari