31 Mart 2016 Perşembe

Uyku pozisyonu birçok hastalıkla ilişkili

Yüzüstü yatmanın en tehlikeli uyku pozisyonu olduğunu ifade eden Aygül, “Bu pozisyonda uyumak omurga etrafındaki bağların ve kasların gerilmesine, omurgadan sinirlerin çıktığı deliklerin sıkışmasına sebep olur. Bu da omurga ve disk üzerine yük bindirir. Tüm bunlar ise bel ve boyunda eğriliklerin artmasına bağlı olarak omurgada zedelenmelere ve fıtık gibi sonuçları ortaya çıkarır. Bunun yanı sıra yüzükoyun yatmak, horlamayı önleme konusunda size yardımcı olur ancak diş gıcırdatma sorunu olanlarda durumu daha da kötü etkileyebilir. Bu pozisyonun ellerde acı ve hissizliğe de neden olabileceği gibi aynı zamanda sinirsel problemlere de önderlik edebileceği vurgulanıyor.   Yüzüstü yatarken, çok sayıda yastık boyun pozisyonunu etkileyeceğinden omurgayla uyumlu bir şekilde yastıkları azaltmak gereklidir. Bu, özellikle yaşlı insanlarda, sinirlere baskı olasılığını azaltacaktır. Aynı zamanda, sağ ya da sol şeklinde sıra ile boynunuzu değiştirmeniz, bir tarafı zorlamanızı engelleyecektir. Bu pozisyondan hoşnut olmayanların başlıca şikayetleri ise parmaklarda sızı ve hissizlik şeklindedir.”   Sırtüstü uyumanın kireçlenme sıkıntısı yaşayanlar için iyi bir seçenek olduğunu kaydeden Aygül, “Ancak bazı insanlar sırtüstü yatış pozisyonunda uyuyamazlar. Çünkü astım, horlama, uyku apnesi ve kalp için kötü sonuçlar ortaya çıkardığı tespit edilmiştir. Sırt üstü yatıyorsanız mutlaka dizler bir yastık ile desteklenmeli. Ancak yine de sırt üstü yatış bir süre sonra bacakların arka kaslarında kısalmaya yol açıyor. Bu nedenle uzun süre sırt üstü yatılmasını önermiyoruz” dedi.   'Cenin pozisyonu' efsane mi? İngiltere’de en yaygın uyku pozisyonu olarak bilinen cenin pozisyonunun sırt ağrılarına iyi geldiği ancak boyun ve baş ağrılarına iyi gelmediğini belirten Aygül, şöyle konuştu: Ancak bu olumsuzluğu boyun ve omuzlar arasına alacağınız bir yastıkla önlemeniz de mümkün. Dizleriniz arasına alacağınız bir yastık da kalça ve pelviste istenmeyen kıvrılmaları önlemeye ve bu pozisyonda rahat etmenize yardımcı olabilir.   Yan yatış pozisyonu bel ve boyun sağlığı için en idealidir. Bacaklar karına doğru çekilerek yatılmalı. Bu pozisyonda belin basıncını azaltmak için dizlerin arasına bir yastık koyulmalıdır. Bu şekilde omurga ve diske daha az yük biner aynı zamanda horlamayı da engeller. Hamile kadınların sol taraflarında uyuması önerilmektedir. Bu pozisyonda bebeğe giden kan akışı engellenmeyecektir. Ancak bu durumda da boyun ve omuzlar zorlanmaktadır.   Kaşık Pozisyonu: Çiftler arasında yaygın olan bu pozisyon eşler arasında duygusal bağları güçlendirerek stresi yok etmeye yardımcı olurken, vücudunuzu zorlayarak var olan ağrılarınızı daha da yoğun hissetmenize neden olabilir. Bu pozisyon boyun, kol ve göğsünüze yük binmesine ve bu bölgelerde ağrılar olmasına da neden olabilir. Düzensiz uykunun genel olarak sağlığımızı negatif etkileyen bir etken olduğuna şüphe yok. Kozmetik olarak da yüz yaşlanmasını ve yaşlanmanın anatomik değişikliklerini hızlandırdığı, kırışıklıkların daha erken ve hızlı ortaya çıkmasını sağladığı da bilinmekte. Genç görünmek ve bunu uzun süre devam ettirmek için yeterli, düzenli ve uygun pozisyonda alınmış uykunun da etkili olduğu ortaya koyulmuştur. Özellikle sert yastıkta yatmanın, uyku sırasında yoğun olarak yan yatma pozisyonunun kullanılmasının yaşlanmayı hızlandırıcı etkileri olduğunu gösteriyor. Yine çoğu insanın yan pozisyondaki uykuda özellikle bir tarafa daha fazla yattığını ve yıllar içerisinde o tarafta yaşlanma etkilerinin daha yoğun olarak ortaya çıktığını da söylemek gerekiyor. Bir insanın yüz dâhil tüm vücudunda tam bir simetrinin olmayacağı kesin, ancak yan yatıştaki bu dengesizlik bu asimetriyi daha da bariz bir duruma getirebiliyor. Yine bazı insanlarda, yan yatış alışkanlığına bağlı olarak uyku çizgileri olarak adlandırabileceğimiz ek kırışıklıkların da ortaya çıkabildiğini unutmamak lazım. Erken yaşlarda önlem almanın tüm bunlardan korunmak için en önemli adım olduğu çok açık.”   Yüze gelecek basıncı azaltın Uyku sırasında yüze gelecek basıncın ne kadar az olursa o kadar iyi olacağını belirten Aygül, “Ancak boyun ve omurga sağlığı açısından çok yumuşak yastıkların zararlı olacağı unutulmamalı. Uyku sırasında uygun omurga pozisyonunu sağlayacak şekilde, yumuşak bir yastık seçilmelidir.   Yan yatıştan olabildiğince kaçınmak gerekiyor. Uyku sırasında yan yatış pozisyonunu kontrol etmek mümkün olmayabilir ama en azından uykuya geçişte sırtüstü pozisyonu seçerseniz zaman içerisinde bu bir alışkanlık haline gelebilir.   Süt çocuklarında reflüyü önlenmesi ve tedavisi için yüzüstü pozisyonunda yatış önerilmektedir. Reflünün yüzüstü pozisyonda yatan bebeklerde sırtüstü pozisyonda yatanlara göre daha az oluştuğu saptanmıştır. Süt çocukları yan pozisyonda yatırılamaz. Çünkü süt çocuğu uyku sırasında yüzüstü pozisyonuna dönebilir. Yüzüstü pozisyonunda uyumak kesintisiz uzun uyku periyotları sağlarken sırtüstü pozisyonuda bebek daha kolay uyanabilir ve genellikle gece uyanır ve ağlar. Ancak yüzüstü pozisyonda yatış ani bebek ölüm sendromu (SIDS) ile yüksek oranda ilişkili olduğu unutulmamalıdır. Amerikan Pediatri akademisi yüzüstü pozisyonu dışındaki yatışları tavsiye etmektedir.   Çocuklarda ise yaş ile uyku pozisyonları değerlendirildiğinde yaş büyüdükçe yüzüstü yatma oranlarında artma saptandı. Yataktan ani kalkışlar bel tutulmalarının en büyük sebeplerindendir. Bu nedenle uyandıktan sonra yatak içerisinde beş dakika gerinerek gevşeyen kaslar yavaşça harekete geçirilmeli. Yataktan kalkarken, blok olarak yana dönün. Önce bacaklarınızı sarkıtın, sonra kollarınızın yardımıyla vücudunuzu yatak kenarında, dik bir konuma getirin. Ayrıca doğuştan bel ve boyun bölgemizde eğriliklerimizden dolayı çok sert veya çok yumuşak yataklar doğal eğriliklerimizin artmasına ya da azalmasına neden olur. Yanlış yatak seçimi pek çok omurga hastalığına davetiye çıkarmaktadır. Sağlığınız için yatağınızın eni 95 cm’den dar olmamalı, boyunuzdan 20 cm daha uzun olmalı” ifadelerini kullandı.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

30 Mart 2016 Çarşamba

Sessiz katil: Hipertansiyon

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Nefroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Üstündağ, Türkiye'de 20 milyon civarında kişinin hipertansiyon hastası olduğunu söyledi.   Üstündağ, TÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de en yaygın ve öldürücü sağlık probleminin hipertansiyon olduğunu belirtti.   18 yaşından büyük bireylerin yüzde 30'unda hipertansiyon görüldüğünü ifade eden Üstündağ, ''Ülkemizde 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var. Maalesef çok öldürücü bir hastalık, inme geçirenlerin 4'te 3'ü, kalp krizi geçirenlerin yarısı, kan basıncı yükseklikleri zamanında tedavi edilmediği için bu tür hastalıklardan muzdarip olurlar.'' diye konuştu.   Hipertansiyonun çok fazla şikayete yol açmayan ''sessiz katil'' olduğuna işaret eden Üstündağ, şunları kaydetti:   ''Bugün dişiniz ağrısa sabah dişçiye gidersiniz. Mideniz ağrısa doktora gidersiniz ama hipertansiyon çok fazla belirti vermez. Mesela, kapalı yerlerden sıkılırsınız, çok fazla esnersiniz, yüzünüz kızarır, gürültülü ortamlara tahammülsüz hale gelirsiniz. Kulaklarınızda çınlama olabilir. Biraz daha şanslı bir hasta iseniz ensenizden başlayan, omuzlara doğru yayılan baş ağrısından şikayet edersiniz fakat bunların çoğu sizi doktora götürmeye yetmez. Bu şikayetler, birkaç sene devam eder. Sonra kan basıncı, yüksek ve yerleşik hale gelir vücudunuzda. Şikayetleriniz de ortadan kalkar. Eğer önlem almazsanız hipertansiyon, aniden kalp krizi veya inme olarak karşınıza çıkar. O yüzden sessiz katildir ve çok öldürücüdür.''   Üstündağ, sağlıklı bir yaşam için kişi başına günlük tuz tüketimi miktarının en fazla 5 gram olması gerektiğini, obezitenin önüne geçilmesinin ve yürüyüşün hastalığın önlenmesinde etkili olduğunu kaydetti.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

"Stres" fıtık yapıyor

Bel ağrısının hareketleri kısıtlayan, yürümeyi, ayakta durmayı ve hatta oturmayı dahi zorlaştıran oldukça da yaygın olan bir şikâyet olduğunu söyleyen Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Bel ağrısında ilk şüphe duyulan durum hemen fıtık olsa da, birçok farklı neden de olabilir. Bunlardan ilki kas kökenli ağrılardır. Bel ağrılarının pek çoğu kas kökenli oluşur. Normalde yapılmayan ve alışık olunmayan aktiviteler yapıldığında, bel bölgesindeki kaslarda gerilme meydana gelebilir. Ağır taşımak, rüzgârda kalmak ve klima çarpması gibi birçok durum bel ağrısına neden olabilir. Stresi bel ağrısında ayrı bir önemi vardır” dedi.   "BEL AĞRILARININ BAŞKA BİR NEDENİ İSE..."   Bel ağrılarının bir başka nedeninin ise zayıf karın kasları olabileceğini anlatan Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Karın kasları zayıf olursa, onların bu tembelliğini örtmek için bel bölgesindeki kaslar devreye girer ve bu kez de bele ekstra yük biner. Doğru duruş şekilleri ve düzenli egzersiz programı ile karın kasları kuvvetlendirilebilir. Karın kaslarını bel kasları ile beraber güçlendirmek bel ağrısından kurtulmak açısından oldukça önemlidir. Stres, vücuda farklı şekillerde zarar verir. Bu zararlardan biri de bel ağrısıdır. Stresin salgıladığı hormon nedeniyle gerilen bel kasları, bel ağrısına sebep olur. Özellikle de iş hayatındaki stresle birlikte, gün içerisinde gerilen vücut bu şekilde bir sorunun oluşmasına neden olabilir. Bu durum daha da ileriye giderek bel fıtığına sebep olabilir” diye konuştu.   Kötü duruş pozisyonlarının da bel ağrısına neden olabildiğini anlatan Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Uzun saatler boyunca hareketsiz kalmak bel ağrılarının en önemli nedenlerindendir. Özellikle günümüzde günün tamamını bilgisayar başında geçiren meslek grupları, sık sık bel ağrılarından şikâyetçi olur. Hareketsiz oturmaya kambur oturma duruşu da eklenirse durum daha da kötü bir hal alabilir.   Ağır kaldırma, zorlayıcı hareketlerde bulunma ya da bir kaza sonucu, omurlar arasındaki disklerin bozulması ya da yırtılması sonucu bel fıtığı meydana gelir. Bel fıtığı, belde oldukça rahatsız edici ağrılara sebep olabilir. Ayrıca fazla kilolar ve bel kayması da belde ağrıya neden olabilir. Önemli olan aşırı kilo değil kilo alımıdır. Kiloları taşıyacak sırt kası gücünüz yok ise bel fıtığı ihtimaliniz yüksektir” şeklinde konuştu. İHA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

29 Mart 2016 Salı

"Stres" fıtık yapıyor

Bel ağrısının hareketleri kısıtlayan, yürümeyi, ayakta durmayı ve hatta oturmayı dahi zorlaştıran oldukça da yaygın olan bir şikâyet olduğunu söyleyen Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Bel ağrısında ilk şüphe duyulan durum hemen fıtık olsa da, birçok farklı neden de olabilir. Bunlardan ilki kas kökenli ağrılardır. Bel ağrılarının pek çoğu kas kökenli oluşur. Normalde yapılmayan ve alışık olunmayan aktiviteler yapıldığında, bel bölgesindeki kaslarda gerilme meydana gelebilir. Ağır taşımak, rüzgârda kalmak ve klima çarpması gibi birçok durum bel ağrısına neden olabilir. Stresi bel ağrısında ayrı bir önemi vardır” dedi.   "BEL AĞRILARININ BAŞKA BİR NEDENİ İSE..."   Bel ağrılarının bir başka nedeninin ise zayıf karın kasları olabileceğini anlatan Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Karın kasları zayıf olursa, onların bu tembelliğini örtmek için bel bölgesindeki kaslar devreye girer ve bu kez de bele ekstra yük biner. Doğru duruş şekilleri ve düzenli egzersiz programı ile karın kasları kuvvetlendirilebilir. Karın kaslarını bel kasları ile beraber güçlendirmek bel ağrısından kurtulmak açısından oldukça önemlidir. Stres, vücuda farklı şekillerde zarar verir. Bu zararlardan biri de bel ağrısıdır. Stresin salgıladığı hormon nedeniyle gerilen bel kasları, bel ağrısına sebep olur. Özellikle de iş hayatındaki stresle birlikte, gün içerisinde gerilen vücut bu şekilde bir sorunun oluşmasına neden olabilir. Bu durum daha da ileriye giderek bel fıtığına sebep olabilir” diye konuştu.   Kötü duruş pozisyonlarının da bel ağrısına neden olabildiğini anlatan Yrd.Doç.Dr.Soner Büyükkınacı, “Uzun saatler boyunca hareketsiz kalmak bel ağrılarının en önemli nedenlerindendir. Özellikle günümüzde günün tamamını bilgisayar başında geçiren meslek grupları, sık sık bel ağrılarından şikâyetçi olur. Hareketsiz oturmaya kambur oturma duruşu da eklenirse durum daha da kötü bir hal alabilir.   Ağır kaldırma, zorlayıcı hareketlerde bulunma ya da bir kaza sonucu, omurlar arasındaki disklerin bozulması ya da yırtılması sonucu bel fıtığı meydana gelir. Bel fıtığı, belde oldukça rahatsız edici ağrılara sebep olabilir. Ayrıca fazla kilolar ve bel kayması da belde ağrıya neden olabilir. Önemli olan aşırı kilo değil kilo alımıdır. Kiloları taşıyacak sırt kası gücünüz yok ise bel fıtığı ihtimaliniz yüksektir” şeklinde konuştu. İHA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Baş ağrısından korunmanın 12 yöntemi

Tabii uykusuzluk veya az su içmek gibi hatalı alışkanlıklarımızın tetikleyici rolünü de unutmamak gerekiyor. Gerilim tipi baş ağrısı genellikle hafif veya orta şiddette tüm baş bölgesinde ağırlık, gerginlik olarak hissedilen ağrı tipini oluşturuyor. Yaşam kalitemizi olumsuz yönde etkileyen ve toplumda en sık görülen gerilim tipi baş ağrısından aslında gerek koruyucu ilaçlarla gerekse günlük yaşam alışkanlıklarında düzenlemeler yaparak korunmamız mümkün. Acıbadem Bakırköy Hastanesi Nöroloji Uzmanı Dr. Aylin Öztürk Yavuz baş ağrısından korunmak için yaşam alışkanlıklarımızda almamız gereken önlemleri anlattı.

1. İSTİRAHAT EDİN

İstirahat özellikle aşırı egzersiz ya da yorgunluğa bağlı baş ağrısını önlemek için gerekiyor. Kan dolaşımını düzenleyerek tüm organlara ve özellikle de beyne oksijen girişini artırarak ağrıdan koruyucu etki gösteriyor.

2. BOL BOL SU İÇİN

Su, kan dolaşımını kolaylaştırdığı ve gerekli elektrolit ile minerallerin dengesini sağladığı için baş ağrısından koruyucu etki gösteriyor. Bu nedenle her gün 2 litre su içmeyi alışkanlık haline getirin. Ayrıca yoğun alkol, kafein ve şeker alımı da baş ağrısını tetikliyor. Bunların alımını kısıtlamak kan dolaşımını rahatlatarak ağrı yapıcı maddelerin uzaklaştırılmasını kolaylaştırıyor.

3. STRESTEN ARININ

Günlük yaşam fonksiyonlarını zorlaştıran depresyon ve anksiyete gibi psikiyatrik bozukluklar baş ağrısını tetikleyen ve uzman hekime başvurulmasını gerektiren hastalıklar. Ancak özellikle yoğun stres altında olduğunuz dönemlerde belki günü basitçe planlayıp organize etmek ya da gün içinde kendinize ait serbest zamanı uzatmak, baş ağrısından korunmak için de işe yarayabiliyor.

4. SOĞUK /SICAK UYGULAMASI YAPIN

Sıcak veya soğuk uygulaması özellikle gerilim tipi baş ağrısında gergin kasları gevşetmek üzere uygulanabilen bir yöntem. Ilık havlu ya da bir beze sarılmış buz kalıpları alın, şakak ile boyun bölgesine yerleştirerek bir süre bu şekilde tutun. Ardından aynı işlemi 20 dakika arayla 3 kez tekrarlayın.

5. GEVŞEME TERAPİLERİNDEN FAYDALANAN

Gevşemek demek, televizyon karşısında koltuğa uzanmak değildir. Gevşeme terapileri normal koşullarda hayatımızın içinde olmayan, ancak öğrenip çaba göstererek çok yararını görebileceğimiz çeşitli tekniklerdir. Derin nefes alma, yoga, davranış terapileri ile akupunktur gibi gevşeme terapileri beyindeki serotonin düzeyini artırıyorlar. Bu sayede baş ağrısından korunmada etkili oluyorlar. Bu terapilerden size uygun olanları tercih edebilirsiniz.

6. UYKUNUZ NE AZ, NE DE FAZLA OLSUN

Uyku vücudun kendini onarması ve yeniden yapılandırması için en önemli süreçlerden. Bu nedenle uyku eksikliği her türlü ağrı için tetikleyici oluyor. Düzenli ve aynı saatlerdeki uyku ile esas olarak beynin biyoritmimizi sağlama görevi uygun bir şekilde gerçekleşmiş oluyor. Calışmalar 1-3 gece süren 1-3 saatlik uyku azalmasının ağrıyı tetiklemeye yeteceğini bildiriyor. Uyku öncesi alışkanlıklarınız ve uyku ortamınız da uyku kalitesini belirlemede önemli rol oynuyor. Uyku düzeninizi; vücudun ihtiyacı olan bir erişkin için günde ortalama 6 saatten daha az uyumamak ve 10 saati de aşmamak şeklinde düzenleyin. Çok geç saate kalmadan aynı saatte uyuyup aynı saatte uyanmanız da ağrıdan koruyucu etki gösterecektir.

7. DURUŞUNUZA DİKKAT EDİN

Düzgün bir duruş özellikle kasların gerginliğini alarak ağrıyı azaltmaya yardımcı olabiliyor. Ayakta iken omuzlarınızı geriye ve yukarıya doğru itip, karın ile kalça kaslarınızı içe çekerek bu postürü sağlayabilirsiniz. Otururken de vücudunuzun dik olmasına ve başınızı öne doğru eğmemeye özen gösterin.

8. MASAJ YAPTIRIN

Masaj hem stresin, hem de kas gerginliğinin azalmasında oldukça etkili bir yöntem. Baş ağrısından korunmak için özellikle boyun ve omuz bölgesi kaslarına masaj yaptırmanızda fayda var.

9. SİGARA İÇMEYİN

Sigara gerek kokusu, gerekse vücutta yarattığı kan dolaşımı değişiklikleri ve ağrıyı uyaran toksik kimyasal maddeler içermesi nedeniyle baş ağrısını tetikliyor. Sigara içiyorsanız bu sağlıksız alışkanlığınızdan bir an önce vazgeçin.

10. DÜZENLİ EGZERSİZ YAPIN

Egzersiz mutluluk hormonunun salınmasını sağlıyor, kan dolaşımını düzenliyor ve kasları gevşetiyor. Bu özellikleri sayesinde baş ağrısından koruyucu etki gösteriyor. Haftada 3 gün en az 30’ar dakika vücudunuzu yormayan yürüyüş, jogging gibi sporları yapmaya özen gösterin.

11. ÖĞÜN ATLAMAYIN

Alınan gıdaların türünden çok, öğün atlamak, bir başka deyişle uzamış açlık baş ağrısını tetikleyebiliyor. Bu nedenle ara öğünlerle birlikte günde 5-6 öğün beslenmeyi ihmal etmeyin.

12. ILIK DUŞ ALIN

Ilık duş kasları gevşeterek baş ağrısından koruyabiliyor. Fazla sıcak ya da soğuk duş ise kan dolaşımını olumsuz yönde etkileyerek baş ağrısını artırıcı etki gösterebiliyor.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Şişte bekleyen tavuk döner öldürücü olabilir

Osman Yardımcı, vatandaşların alım gücünün düşmesiyle 'tavuk döner' olayının ortaya çıktığını belirtti. 2 liraya tavuk döner satılmasını eleştiren Yardımcı, şöyle konuştu:

"Tavuğun göğsünün kilosu 13 lira. Bugün 100 gram tavuk döner ve üzerine de ayran verdiği zaman 1.80 TL eder. 50 kuruş da ekmek, 2.30 TL. Peki kaça satıyorlar. 2 TL'ye satıyorlar. Peki bunun 30 kuruşu nerede? Bunun tüpü var, malzemesi var, sosu var. Maliyeti 2.5 TL olan 100 gramlık döneri, 2 TL'ye veriyorlar. Ne var bunun içinde? Bunu bir araştırsınlar, tahlil yapsınlar. Vatandaşların alım gücü az, ama sağlık o kadar ucuz değil. Bu nedenle tavuk dönerlerin denetlenmesi gerekiyor. Tavuk döner diye bir şeyin olmaması lazım."

ÖLDÜRÜCÜ OLABİLİR

Antalya'nın ikliminin sıcak olduğunu da kaydeden Osman Yardımcı, "Tavuk döner bir şişin ortasında akşama kadar beklediği zaman rengi değişir ve bakteri üretir. Tavuk zehirlemesi insanı ölüme götürür. Et zehirlemesi ise sadece hastanelik eder. Et dönerde de yanlış yapılıyorsa ona da karşıyız" dedi.

DÖNERE KATKI MADDESİ

Döner ustaları ise denetim mekanizmasının yeteri kadar işlemediğini belirtti. Döner ustası Özgür Deştioğlu, bazı tavuk dönercilerin ekmeğin içine 20-25 gram gibi miktarda döner koyduğunu belirterek, “Vatandaşa döner verirken 100-150 gramın hakkını vermiyorlar. İçine marul, domates, soğan koyuyorlar" dedi. Restoran müdürü Necip Çal ise ucuza satılan tavuk dönerin içersinde mutlaka katkı maddesi bulunduğunu belirterek, kalitenin ucuza verilemeyeceğini söyledi.

Ucuza satılan tavuk dönerde deri bulunduğunu kaydeden Necip Çal, “Vatandaşlar döner yiyecekleri işyerinin temizliğine, titizliğine dikkat ettikleri kadar, ürünün kalitesine de dikkat etmeli. Tavuk döner satanların da bildikleri, inandıkları firmalarla alışveriş yapmalarını öneriyoruz. Çünkü bir mekanın devam edebilmesi için bunlar şart. Tavuğun kilo fiyatına göre 100-150 gramlık tavuk dönerin 7-8 TL'den satılması gerekiyor" diye konuştu.

Müzisyen Erol Karataş ise oğlunun yediği tavuk dönerden zehirlenerek hastanelik olduğunu söyleyerek, “Öncelikle hijyen olmayan bütün ürünlere karşıyım. Bir gün önceden kalan dönerin üzerine çiğ döner sarıyorlar. Satılmamış ürünleri ertesi gün tekrar halka sunuyorlar. Ben çocuğuma da bir ara tavuk döner yedirmiştim. Yediği gibi çıkardığı bir oldu. Çok uygunsuz şartlarda yiyecek ve içecek satılıyor. Karnı aç olan 1 TL'ye fırından ekmek alıp onu yesin. Hiç olmazsa sağlıklı olur, midesini rahatsız etmez, öldürmez" dedi.

(DHA)



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

28 Mart 2016 Pazartesi

'Sanayide kullanılan bor insan sağlığına da yararlı'

ERZURUM - MUHAMMET MUTAF 

Dünya rezervinin yüzde 73'ü Türkiye'de bulunan bor, sanayi açısından vazgeçilmez öneme sahip olmasının yanı sıra aralarında kanserin de bulunduğu bazı hastalıkların tedavisi ile insan sağlığı üzerindeki fizyolojik etkileriyle de dikkati çekiyor.

Bor üzerine araştırmalar yapan Erzurum Teknik Üniversitesi (ETÜ) Fen Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Başkanı Doç. Dr. Hasan Türkez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 10 yıldır bor biyolojisi üzerinde çalıştığını ve borun sanayi ham maddesi ve enerji kaynağı olmasının yanında aynı zamanda sağlık kaynağı da olduğunu söyledi.

''Borla kanser tümörlerinin tedavisinde başarıya ulaşıldı''

Hasan Türkez, bor elementinin, tıpta aralarında çeşitli kanser hücrelerinin yok edilmesinin de bulunduğu çeşitli hastalıkların tedavisinde de kullanılmaya başlandığını dile getirerek, "Avrupa ülkeleri ve ABD'de geliştirilen özel ürünlerle bor, hastalara gıda takviyesi olarak kullanılarak, kemik gelişim koordinasyonu sağlanabiliyor. Yine allerjik reaksiyonlara karşı da bor bileşikleri kullanılabilmekte. Üreme sistemindeki mantarlara karşı güçlü antifungal etkileri var. Bor, yakın bir zamanda kanser tedavisinde kullanılmak için önerilmiş ve onay almış bir ilaçla beyin tümörlerinin tedavisini başarıya ulaştırılabilmiştir.tkilerini ortaya koymuş durumdayız''şeklinde konuştu.


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Yaz aylarında yaşlıları bekleyen büyük tehlike

Uzun süre yatağa bağımlı kalan yaşlılarda sıkça görülen yatak yaralarının önemine değinen Plastik ve Rekonstrüktif Cerrah Op. Dr. Ercan Cihandide ve Yara Bakım Koordinatörü Deniz Yahcı, yaz aylarında özellikle artan yara vakalarına karşın dikkat edilmesi gereken önemli noktaları aktardılar.

Yatak yarası nedir?

Yatak yaralarına bası yarası ya da dekübütüs ülseri de dendiğini belirten Yahcı, kemik çıkıntılarının bulunduğu yerlerde sürekli yatmaya bağlı olarak basınç ya da sürtünmelere bağlı olarak deride ya da deri altı dokularda meydana gelen hasarlar olarak adlandırıldığını ifade etti.

Yatak yaralarının oluşma faktörlerinin hasta ve çevreye bağlı olduğunu anlatan Deniz Yahcı;

Hastaya bağlı faktörleri

-Hareket azlığı/hareketsizlik

-Kas aktivite kaybı

-Yetersiz ve dengesiz beslenme

-İdrar veya dışkı tutama

-Yetersiz sıvı alımı

-Yaş

-Duygusal algılama bozuklukları

-Aşırı kilo yada çok zayıf olma

Çevreye bağlı faktörleri ise;

-Basınç

-Isı

-Nem (cildin ıslak kalması)

-Temizlik eksikliği

-Bakım ve davranış hataları (yatma ve oturma pozisyonunun yanlış olması)

-Sürtünme

-Yırtılma

-Yardımcı malzemeler olarak sıraladı.

Yatak yaralarını anlamada bu ön belirtilere dikkat edin!

Yatağa bağlı hastalarda ortaya çıkan yatak yaralarının ön belirtileri arasında cilt rengi ve yapısında değişiklikler meydana geldiğini söyleyen Deniz Yahcı, bu yaraların ana belirtileri arasında ise ciltte üzerine parmağımız ile basınç uyguladığımızda solmayan, kırmızılı devam eden bir kızarıklık, morarma ya da siyahlık olduğunu belirtti.

Yara Bakım Koordinatörü Deniz Yahcı, yatak yaralarında henüz cilt bütünlüğü bozulmamış ve ciltte açılmalar vs başlamamamış ise hastaya iki saatte bir pozisyon vererek, basınç azaltıcı destek ürünler kullanarak yara tedavilerinin mümkün olduğunu da sözlerine ekledi. Ayrıca cilt bütünlüğünü koruyan, destekleyen krem ve özel bakım ürünlerinin kullanarak daha büyük yaralar oluşmasının da engellenebileceğinin altını çizdi.

Yaz aylarında artan yatak yaralarına karşın alınacak önlemler

Hareketliliğin sağlanması

Özellikle yaz aylarında artan yatak yaralarında, hastanın hareketliliğinin sağlanmasının eklem sertliklerinin oluşmasında, kas kaybının önlenmesi ve kan dolaşımının arttırılması açısından son derece önemli olduğunu vurguladı.

Pozisyon değiştirme

Deniz Yahcı, yatak yaralarında ise pozisyon değiştirmenin öncelikli olarak kalça ve topuk gibi riskli bölgelerde basının azaltılması için hastanın pozisyonunun düzenli olarak değiştirilmesi gerektiğinin de altını çizdi.

Cilt bakımı

Yaz aylarında hastanın terleyerek cildin fazla nem ve ıslak kalmasının önlenmesi gerektiğine değinen Yahcı, cilt bakımının önemsenmesi gerektiğini belirtti.

Yatak yaralarında tedavi yöntemleri

Yatak yaralarının tedavisinde bir ya da birçok kombine tedavi yöntemi kullanıldığını belirten Deniz Yahcı, bu yöntemlerin yaraya ve hastaya göre değiştiğini söyledi. Negatif basınç, modern yara bakım ürünleri ve kök hücre tedavisinin ise bunlardan birkaçı olduğuna değindi.

Deniz Yahcı, özellikle yatak yaralarında yara üzerinde kötü kokulu, canlılığını yitirmiş nekrotik dokular ya da tamamen siyahlaşmış ve sertleşmiş ölü dokular varsa cerrahi yöntem ile yaraların temizlenmesi gerektiğine dikkat çekti.

Plastik ve Rekonstrüktif Cerrah Op. Dr. Ercan Cihandide ise, Evre 4 gibi ileri derecede olan yatak yaralarının temel olarak tedavisinin cerrahi olduğunu belirtti. Ancak belirli bir hasta grubunun ise uzun süreli bir ameliyatı kaldıramayacak derecede genel durum bozukluğu olmasından dolayı ameliyatı tercih edemediklerini söyledi. Bu durumlarda ise hastanın kendi yağ hücrelerinden elde edilmiş kök hücrelerin ,entegre edildiği alternatif bir tedavi yöntemi olan fibrin matriks yöntemini kullandıklarını açıkladı.

İleri derecede bası yarası olan hastalar için uygulanan tedavi yöntemlerinden birinin kök hücre tedavisi olduğuna dikkat çeken Op. Dr. Ercan Cihandide, bu tedavinin esas amacının kemiği açıkta olan ve cerrahi tedavi uygulayamadıkları hastalarda, kemiğin üstünü hastanının kendi dokusuyla, kök hücre yardımıyla kapatmak ve mevcut yaranın cebini bir nebze olsun küçültmek olduğunu belirtti.

Yatak yaralarında beslenmenin önemi

Yatak yaralarında iyileşme faktörlerinden beslenmenin önemine değinen Deniz Yahcı, yetersiz beslenme yani protein, albümin eksikliği ve yetersiz sıvı alımı sonucunda yara iyileşmesinin olumsuz şekilde etkilendiğini belirtti. Yetersiz sıvı alımı sonucu kan volümünde düşüklük olduğunu söyleyen Yahcı, düşük kan volümünün yara iyileşmesi için gereken oksijen, besin öğeleri ve immün hücrelerinin hasarlı dokuya taşınmasında yetersiz kaldığını açıkladı.

Yatak yaralarında nasıl bir yatak tercih edilmeli?

Yatak yaralarında havalı yatakların basıncı önlemek ve azaltmak için kullanılan en önemli destek ürünü olduğunu belirten Yahcı, kendinden pozisyon veren, küp küp basınç noktalarına göre hava boşaltılmasını sağlayan yatakların ise en çok kullanılanlar arasında olduğunu söyledi. Yatak yaralarında kullanılmasını önermediği yatak tipini ise baklava dilimli içinde hava akımı sabit olan üstü muşamba yatak modelleri olarak belirtti.

Yatak yaralarında her hasta için tedavi sürelerinin aynı olmadığını açıklayan Deniz Yahcı, sürenin hastanın kilosuna, beslenme düzenine, vitamin, mineral değerlerindeki dengelere ve bakım şartlarına göre değiştiğini anlattı.

Diyabet hastalarının ise özellikle beslenme konusunda daha dikkatli olması gerektiğini çünkü hastaların şekerlerindeki dengesizlik ve yüksek değerlerin çıkmasından dolayı yara iyileşme sürelerinin geciktiğini sözlerine ekledi.



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

"Akıllı telefon kullanırken 5 dakikada bir el değiştirin"

SİVAS - MERVE TOPUZ 

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ünal Özüm, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son yıllarda yaygınlaşan ve uzun süre elde tutar vaziyette kullanılan akıllı telefonların, kullanım şekline göre vücutta deformeler oluşturduğunu söyledi.

Büyük ekranlı telefon kullanmak daha avantajlı

Akılı telefon ve tablet kullanımın artmasıyla boyun, kol ve parmak sağlığı problemi yaşayan kişi sayısında ciddi artış olduğunu aktaran Prof. Dr. Özüm, şunları kaydetti:

"Hastalarımıza telefonu uzun süreli kullanmamalarını, kullanırken yukarıda ve uzakta tutmalarını öneriyoruz. Ancak yine bu pozisyonda bile uzun süreli kullanılmamalı. Bu nedenle akıllı telefonu kullanırken 5 dakikada bir el değiştirmeli veya bir zemin üzerine koyarak kullanmalıdır. Kafayı çok fazla öne eğmeden karşıya bakarak kullanılmalı. Büyük ekranlı telefonlar biraz daha uzak tutuluyor. O yüzden kullanıcılara tavsiyemiz, büyük ekranlı telefon kullanmaları. Telefon kullanırken iki el de kullanılmalı."

Özüm, uzun süreli tablet ve telefon kullanımına bağlı olarak kişide kalıcı hasarlar da meydana gelebileceğini vurgulayarak, "Telefonu sürekli aynı elle kullanmak parmaklarda uzun süreli uyuşukluk ve ağrıya sebep olur. Kol daha çabuk yorulur daha zor iş yapar duruma gelir. Boyundaki problemse daha kalıcıdır. Kireçlenmeye, boyun fıtığına ve günlerce süren baş ağrısına neden olur. Bu durumda kişin yaşam kalitesi ve performansı düşürür." ifadelerini kullandı.


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

"Su içmek için asla susamayı beklemeyin"

Diyetisyen Gülsüm Elem Kaya, "Çay, kafeinli ve diğer içecekler su gereksiniminizi karşılamaz. Bu içecekler idrar söktürücüdür, vücutta su kaybına neden olurlar" dedi.   Beyinde yüzde 85 oranında su bulunduğunu anımsatan Kaya, "Kanda yüzde 83, kaslarda ise yüzde 75 oranında su bulunur. Su, insan yaşamı için oksijenden sonra gelen en önemli öğedir. İnsan yemek yemeden haftalarca yaşayabilir, fakat susuz ancak birkaç gün yaşayabilir" dedi.   Suyun, vücudun olmazsa olmazı olduğunu belirten Kaya, "Suyun faydaları ise saymakla bitmez. Böbrek taşı oluşumunu engellemesinin yanı sıra kolon kanserine yakalanma riskini de yüzde 45 azaltır. Cildi güzelleştirir, vücut ısısını ayarlar, vücutta biriken zararlı maddeleri dışarıya atılmasını sağlar, hücrelere besin ve oksijen taşır, eklemlere destek sağlar, kabızlığı engeller, bazı toksinleri atarak böbrek ve karaciğerdeki yükü azaltır, vitaminler, mineraller ve diğer besinlerin çözülmesine yardımcı olur" ifadelerini kullandı.   Su ihtiyacı giderilmediğinde vücuttaki tuz oranının arttığını söyleyen Kaya, "Sağlıklı bir vücutta aşırı su ihtiyacı olduğunda ve bu durum giderilmediğinde, kandaki sıvı miktarının azalması sebebiyle bazı hormonlar harekete geçerek durumu beyne iletir. Susuzluğumuzu gidermediğimizde ise dilimiz ve boğazımız kuruyarak bademciklerimizde hafif şişme meydana gelir. Ayrıca vücudumuzdaki tuz oranı yükselerek ve antidiüretik hormonu salgılanır. Böbrekler tarafından kontrol edilen bu hormon, suyu vücutta tutar" dedi.   "Su içmek için asla susamayı beklemeyin"   "Vücudumuzda kaybedilen suyun her gün yerine konması yaşam için çok büyük önem taşımaktadır" diyen Kaya, "Su içmek için asla susamayı beklemeyin. Ortalama her saat için 1 bardak su içilmesine dikkat edin. Gün boyunca terleme, nefes verme, idrar yapma nedeniyle yaklaşık 10 bardak su kaybedilir bu nedenle günde en az 8 bardaktan fazla su içmek gerekir. Günlük normal faaliyetimiz yüzünden kaybettiğimiz suyu böylece geri almış oluruz.    Eğer vücut egzersizleri yapıyorsanız ya da herhangi bir spor dalında faaliyet gösteriyorsanız, her gün daha fazla su içmelisiniz. Çay, kafeinli ve diğer içecekler su gereksiniminizi karşılamaz. Bu içecekler idrar söktürücüdür, vücutta su kaybına neden olurlar" ifadelerini kaydetti. İHA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kalp ve damar hastalıkları çocukluktan başlıyor

"İyi ve Sağlıklı Yaşam,Temel İlkeler, Pratik Öneriler" konulu etkinlikte konuşan özel bir kliniğin Kalp Damar Hastalıkları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Tuzcu, kalp ve damar hastalıklarının gelişiminden bahsetti.

Kalp damarlarındaki sertleşme ve buna bağlı kriz vakalarının kişinin doğumundan başlayan ve gelişen bir süreç olduğunu kaydeden Prof. Tuzcu, "Kalp hastalıkları yetişkinlikten değil, çocukluktan başlayan bir hastalıktır. Kalp krizi dünden bugüne ortaya çıkmaz. Çocukluktan başlayan hastalık giderek ilerliyor ve günün birinde bir tetikle, oluşan pıhtı kalp krizine neden oluyor." değerlendirmesinde bulundu.

Kişinin damarlarına ilişkin yapının anne karnında belirmeye başladığını söyleyen Prof. Tuzcu, "Kişinin gelecekte kalp krizi geçirme riski daha anne karnında bile ortaya çıkıyor. Annenin hamilelikteki beslenmesi, sigara kullanması, stres durumu çocuğun gelecekte kalp krizine yakalanma riskini etkileyebiliyor." diye konuştu.
 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

27 Mart 2016 Pazar

Yatış pozisyonunuza dikkat edin!!

Yüzüstü yatmanın en tehlikeli uyku pozisyonu olduğunu ifade eden Aygül, “Bu pozisyonda uyumak omurga etrafındaki bağların ve kasların gerilmesine, omurgadan sinirlerin çıktığı deliklerin sıkışmasına sebep olur. Bu da omurga ve disk üzerine yük bindirir. Tüm bunlar ise bel ve boyunda eğriliklerin artmasına bağlı olarak omurgada zedelenmelere ve fıtık gibi sonuçları ortaya çıkarır. Bunun yanı sıra yüzükoyun yatmak, horlamayı önleme konusunda size yardımcı olur ancak diş gıcırdatma sorunu olanlarda durumu daha da kötü etkileyebilir. Bu pozisyonun ellerde acı ve hissizliğe de neden olabileceği gibi aynı zamanda sinirsel problemlere de önderlik edebileceği vurgulanıyor. Yüzüstü yatarken, çok sayıda yastık boyun pozisyonunu etkileyeceğinden omurgayla uyumlu bir şekilde yastıkları azaltmak gereklidir. Bu, özellikle yaşlı insanlarda, sinirlere baskı olasılığını azaltacaktır. Aynı zamanda, sağ ya da sol şeklinde sıra ile boynunuzu değiştirmeniz, bir tarafı zorlamanızı engelleyecektir. Bu pozisyondan hoşnut olmayanların başlıca şikayetleri ise parmaklarda sızı ve hissizlik şeklindedir” dedi.

Sırtüstü uyumanın kireçlenme sıkıntısı yaşayanlar için iyi bir seçenek olduğunu kaydeden Fizyoterapist Gökhan Aygül, “Ancak bazı insanlar sırtüstü yatış pozisyonunda uyuyamazlar. Çünkü astım, horlama, uyku apnesi ve kalp için kötü sonuçlar ortaya çıkardığı tespit edilmiştir. Sırt üstü yatıyorsanız mutlaka dizler bir yastık ile desteklenmeli. Ancak yine de sırt üstü yatış bir süre sonra bacakların arka kaslarında kısalmaya yol açıyor. Bu nedenle uzun süre sırt üstü yatılmasını önermiyoruz” dedi.

’CENİN POZİSYONU’ EFSANE Mİ ?

İngiltere’de en yaygın uyku pozisyonu olarak bilinen cenin pozisyonunun sırt ağrılarına iyi geldiği ancak boyun ve baş ağrılarına iyi gelmediğini belirten Fizyoterapist Gökhan Aygül, şöyle konuştu:

“Ancak bu olumsuzluğu boyun ve omuzlar arasına alacağınız bir yastıkla önlemeniz de mümkün. Dizleriniz arasına alacağınız bir yastık da kalça ve pelviste istenmeyen kıvrılmaları önlemeye ve bu pozisyonda rahat etmenize yardımcı olabilir. Yan yatış pozisyonu bel ve boyun sağlığı için en idealidir. Bacaklar karına doğru çekilerek yatılmalı. Bu pozisyonda belin basıncını azaltmak için dizlerin arasına bir yastık koyulmalıdır. Bu şekilde omurga ve diske daha az yük biner aynı zamanda horlamayı da engeller. Hamile kadınların sol taraflarında uyuması önerilmektedir. Bu pozisyonda bebeğe giden kan akışı engellenmeyecektir. Ancak bu durumda da boyun ve omuzlar zorlanmaktadır. Kaşık Pozisyonu: Çiftler arasında yaygın olan bu pozisyon eşler arasında duygusal bağları güçlendirerek stresi yok etmeye yardımcı olurken, vücudunuzu zorlayarak var olan ağrılarınızı daha da yoğun hissetmenize neden olabilir. Bu pozisyon boyun, kol ve göğsünüze yük binmesine ve bu bölgelerde ağrılar olmasına da neden olabilir. Düzensiz uykunun genel olarak sağlığımızı negatif etkileyen bir etken olduğuna şüphe yok. Kozmetik olarak da yüz yaşlanmasını ve yaşlanmanın anatomik değişikliklerini hızlandırdığı, kırışıklıkların daha erken ve hızlı ortaya çıkmasını sağladığı da bilinmekte. Genç görünmek ve bunu uzun süre devam ettirmek için yeterli, düzenli ve uygun pozisyonda alınmış uykunun da etkili olduğu ortaya koyulmuştur. Özellikle sert yastıkta yatmanın, uyku sırasında yoğun olarak yan yatma pozisyonunun kullanılmasının yaşlanmayı hızlandırıcı etkileri olduğunu gösteriyor. Yine çoğu insanın yan pozisyondaki uykuda özellikle bir tarafa daha fazla yattığını ve yıllar içerisinde o tarafta yaşlanma etkilerinin daha yoğun olarak ortaya çıktığını da söylemek gerekiyor. Bir insanın yüz dâhil tüm vücudunda tam bir simetrinin olmayacağı kesin, ancak yan yatıştaki bu dengesizlik bu asimetriyi daha da bariz bir duruma getirebiliyor. Yine bazı insanlarda, yan yatış alışkanlığına bağlı olarak uyku çizgileri olarak adlandırabileceğimiz ek kırışıklıkların da ortaya çıkabildiğini unutmamak lazım. Erken yaşlarda önlem almanın tüm bunlardan korunmak için en önemli adım olduğu çok açık.”

YÜZE GELECEK BASINCI AZALTIN

Uyku sırasında yüze gelecek basıncın ne kadar az olursa o kadar iyi olacağını belirten Fizyoterapist Gökhan Aygül, “Ancak boyun ve omurga sağlığı açısından çok yumuşak yastıkların zararlı olacağı unutulmamalı. Uyku sırasında uygun omurga pozisyonunu sağlayacak şekilde, yumuşak bir yastık seçilmelidir. Yan yatıştan olabildiğince kaçınmak gerekiyor. Uyku sırasında yan yatış pozisyonunu kontrol etmek mümkün olmayabilir ama en azından uykuya geçişte sırtüstü pozisyonu seçerseniz zaman içerisinde bu bir alışkanlık haline gelebilir. Süt çocuklarında reflüyü önlenmesi ve tedavisi için yüzüstü pozisyonunda yatış önerilmektedir. Reflünün yüzüstü pozisyonda yatan bebeklerde sırtüstü pozisyonda yatanlara göre daha az oluştuğu saptanmıştır. Süt çocukları yan pozisyonda yatırılamaz. Çünkü süt çocuğu uyku sırasında yüzüstü pozisyonuna dönebilir. Yüzüstü pozisyonunda uyumak kesintisiz uzun uyku periyotları sağlarken sırtüstü pozisyonuda bebek daha kolay uyanabilir ve genellikle gece uyanır ve ağlar. Ancak yüzüstü pozisyonda yatış ani bebek ölüm sendromu (SIDS) ile yüksek oranda ilişkili olduğu unutulmamalıdır. Amerikan Pediatri akademisi yüzüstü pozisyonu dışındaki yatışları tavsiye etmektedir. Çocuklarda ise yaş ile uyku pozisyonları değerlendirildiğinde yaş büyüdükçe yüzüstü yatma oranlarında artma saptandı. Yataktan ani kalkışlar bel tutulmalarının en büyük sebeplerindendir. Bu nedenle uyandıktan sonra yatak içerisinde beş dakika gerinerek gevşeyen kaslar yavaşça harekete geçirilmeli. Yataktan kalkarken, blok olarak yana dönün. Önce bacaklarınızı sarkıtın, sonra kollarınızın yardımıyla vücudunuzu yatak kenarında, dik bir konuma getirin. Ayrıca doğuştan bel ve boyun bölgemizde eğriliklerimizden dolayı çok sert veya çok yumuşak yataklar doğal eğriliklerimizin artmasına ya da azalmasına neden olur. Yanlış yatak seçimi pek çok omurga hastalığına davetiye çıkarmaktadır. Sağlığınız için yatağınızın eni 95 cm’den dar olmamalı, boyunuzdan 20 cm daha uzun olmalı” ifadelerini kullandı.
 


Metabolizma hızı nasıl artırılabilir?

Son dönemde bu yakınmalarla diyetisyen yolunu tutanların sayısında belirgin bir artış var. Peki nedir bu metabolizma, kilo yönetimde nasıl bir etkisi var? Diyetisyen Özlem Araz, metabolizma hızını artırmak isteyenlere önemli tüyolar verdi.   Metabolizma; Bazal Metabolizma Hızı (BMH) , fiziksel aktivite ve besinlerin termik etkisi (diyetle alınan besinlerin sindiriminde harcanan enerji) olmak üzere üç ana birleşenden oluşur. Bütün bu bileşenlerin toplamı günlük enerji gereksinmemizi gösterir. Aldığımız kalorinin harcadığımız kaloriden fazla olması durumunda kilo artışı olur.   Araz, metabolizma hızının en büyük belirleyicisinin bazal metabolizma hızı olduğunu belirtiyor. Araz, “Bazal Metabolizma Hızı, 24 saat içinde hiç hareket etmeden, dinlenir vaziyette hayati fonksiyonların devamı için harcanan enerjidir ve günlük harcanan enerjinin yüzde 60 ile 70’ini oluşturur” diyor. Diyetisyen Araz, kişinin çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı değil, kendisini hazır hissettiğinde diyet yapması gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor; “Kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuzda diyet yapın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.”   Diyetisyen Araz, metabolizma hızıyla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı:   Bazal metabolizma hızını etkileyen faktörler   Yaş ve cinsiyet: Büyüme döneminde vücut dokularının yapımı ek enerji gerektirdiğinden bazal metabolizma daha hızlıdır. Büyüme tamamlandıktan sonra bazal metabolizma hızı düşmeye başlar. Yaş ilerlemesiyle her yıl metabolizma hızı yüzde 2 kadar azalmaktadır, bu yüzden ilerleyen yaşlarda metabolizma hızı azalması sonucunda ağırlık kaybı hızının yavaşlaması doğaldır. Kadınların metabolizma hızı erkeklerinkinden düşüktür. Vücudun cüssesi ve bileşimi: Bireyler arasındaki BMH farklılığının yüzde 80’i yağsız kütle oranındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Vücudun yağsız kütlesinin yağ kütlesine oranı arttıkça BMH de artmaktadır. Erkek ve kadının vücut bileşimi farklıdır. Kadınların yağ kütlesi erkeklerinkinden fazladır.   Gebelik durumu: Gebelik döneminde metabolizma hızı yüzde 22-33 oranında artar.   Endokrin sistemin özellikleri: Endokrin sisteminde, özellikle tiroid bezinden salgılanan hormonlar BMH'ı arttırır. Bu nedenle ‘hipertiroidizm’ denilen hormon fazlalığı durumlarında BMH hızlı, aksi durumda yavaştır. Böbrek üstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun fazla olması metabolizmayı yavaşlatır. Pankreastan salgılan insülin hormonunun fazlası metabolizmayı yavaşlatır.   Stres durumu: Stres sırasında epinefrin hormonunun salınımı arttığından metabolik hız yüksektir. Fakat stres anında kortizol üretimi de aşırı artar ve bu kronik bir hal alırsa, sağlık için zararlı olduğu kadar vücut kompozisyonunu da olumsuz yönde etkiler. Yüksek kortizol değeri iştahı artırmanın yanı sıra, depresyon ve hafızada zayıflama, kas kütlesi, libido ve kemik yoğunluğu kaybına neden olur. Kortizol hormonunun fazlalığı, vücutta özellikle karın ve ensede yağ birikiminin ve şişmanlığın nedenidir.   Ateşli hastalıklar: Ateşli hastalıklarda hücre çalışmasının artması BMH'yı arttırır. Vücut ısısının bir derece yükselmesi BMH'da yüzde 7 artışa yol açar. Kanserde de metabolizma hızlanır.   Kas tonusu: Kas tonusu (bir kasın gerilmeye karşı gösterdiği direnç) bireyler arasında farklılık gösterir. Mutlak dinlenme anında bazı kişilerin kasları daha hareketlidir. Öfke, coşku, düşünme gibi durumlarda kas tonusu fazladır. Tedirgin kişilerin BMH'sı rahat kişilere göre daha yüksektir.   Ağır fiziksel aktivite: Ağır fiziksel aktiviteden sonra kaslar tam dinlenme durumuna geçmez. Bu nedenle fiziksel hareketlerden hemen sonra ölçülen bazal metabolizma hızı yüksektir.   Diyet içeriği: Diyetin bileşimi de bazal metabolizmayı etkiler. Diyette protein miktarı yükseldiğinde BMH artar.   Uyku: Uyku durumunda bazal metabolizma hızında azalma olur. Uyku sırasında ölçülen BMH uyanıkken ölçülenden yüzde 10 daha düşüktür.   Uzun süreli açlık: Uzun açlık durumlarında vücut daha az enerji harcamaya alışmaktadır. Ayrıca hızlı şekilde kilo alıp vermek, sık sık diyet yapıp, kilo verip tekrar geri almak veya şok diyetlerle, sağlıksız zayıflama yöntemleri uygulayarak hızla kiloların verilmesi gibi faktörler sonucunda metabolizma hızı yavaşlamaktadır. Bu bireyler fazla yemeye başlayınca daha hızlı kilo alırlar.   Genetik faktörler: Özellikle ailede kilo fazlalığı varsa bireyler kilo almaya yatkın oluyor. Araştırmalar vücutta aşırı yağ depolanmasının kişinin büyük ölçüde genetik yapısı ile ilgili olduğunu göstermiştir. Tıpkı göz rengimizi, boyumuzu, metabolizmamızı belirleyen genler olduğu gibi vücut ağırlığımızı da belirleyen genlere sahibiz.   Adet dönemleri: Adet kanaması döngüsü (mensturasyon) de metabolik hızı etkiler. Metabolik hız yumurtlama anından bir hafta önce en düşük, mensturasyondan hemen önce en yüksek düzeydedir.   Metabolizma hızımı nasıl arttırabilirim?   Dengeli beslenme: Güne kahvaltıyla başlayın, öğün atlamayın.   Fiziksel aktivite: Gün içerisinde fiziksel aktiviteyi arttırmak ve haftada en azından 2-3 gün 40 dakika süren egzersizler sonucunda hem vücut enerji harcar hem de vücutta yağ kitlesi azalıp, kas kitlesinin artması sonucunda metabolizma hızı hızlanır.   Yeterli protein tüketimi: Gün içerisinde vücudun ihtiyacı olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineralleri dengeli almalıyız, bu besin öğelerinin içinden özellikle proteinlerin termik etkisi (vücut proteini sindirirken daha fazla enerji harcar) yüksektir. Bu yüzden süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk, balık, kurubaklagiller gibi protein içeren besinleri diyetimizde yeteri kadar almalıyız.   Kendinizi hazır hissettiğinizde diyet yapın: Bazı dönemlerde bireyler kilo vermek isterler fakat çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı buna hazır değildirler. Bu durumda kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuz dönemde diyete başlayın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.   Bol su için: Su içmek dolaşım sisteminizi hızlandırır ve vücudunuzu temizler.   Kendinizi az yemeye alıştırmayın: Ne kadar az besin tüketirseniz, metabolizma hızınızda o kadar yediğiniz besinlerden aldığınız kaloriye kendini adapte eder. Bu yüzden az besin tüketmeyin, dengeli ve sağlıklı beslenin.   Hep aynı şekilde beslenmeyin: Bazı kişiler her gün aynı saatte aynı besinleri tüketirler, sürekli aynı besinleri tüketmek yerine diyetinize çeşit katınız.   Baharatları yemeklerinizde kullanın: Kırmızı acı biber, karabiber, zencefil gibi baharatlar metabolizmayı hızlandırır.   Günde 2-3 fincan kahve tüketin: Kahve tüketimi metabolizmayı hızlandırır (hamilelikte, reflü / gastriti olanlarda, çarpıntısı olan kişilerde önermiyoruz.)   Yeşil çay: Metabolizmayı hızlandırdığı yapılan çalışmalarda görülmüştür.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

'Japon hastalığı' kadınları tehdit ediyor

SAMSUN - Mehmet Kumcağız

Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sayarlıoğlu, halk arasında "Japon hastalığı" olarak bilinen ve genellikle Asya ülkelerinde görülen "takayasu arteriti"nin özellikle 40 yaş altındaki kadınlar için risk oluşturduğunu belirtti.

Sayarlıoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, takayasu arteriti hastalığının, genetik ve çevresel bazı etkilerin varlığında, bağışıklık sisteminin anormal çalışması sonucu ortaya çıktığını söyledi.

Bunun romatizmal bir hastalık olduğunu, romatoloji uzmanlarınca teşhis ve tedavi edildiğini anlatan Sayarlıoğlu, hastalığın, aort ve ana dallarında damar duvarında iltihaplanma görülmesiyle ortaya çıktığını kaydetti.

Hastalığın genellikle 10 ila 40 yaş arasındaki kadınlarda görüldüğünü ifade eden Sayarlıoğlu, "Nabızsızlık hastalığı olarak da bilinen takayasu arteriti hastalığına karşı özellikle 40 yaş altındaki kadınların bilinçli olması gerekir. Dünyada her bölgede görülebilir ancak Asya toplumlarında daha sıktır. Japonya'da her yıl 150 yeni hastada kendini göstermektedir." bilgisini verdi.

Sayarlıoğlu, hastalığın genellikle halsizlik, isteksizlik, yorgunluk, kilo kaybı, hafif ateşle ortaya çıktığını dile getirdi.


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Sessiz katil: Hipertansiyon

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Nefroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Üstündağ, Türkiye'de 20 milyon civarında kişinin hipertansiyon hastası olduğunu söyledi.   Üstündağ, TÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de en yaygın ve öldürücü sağlık probleminin hipertansiyon olduğunu belirtti.   18 yaşından büyük bireylerin yüzde 30'unda hipertansiyon görüldüğünü ifade eden Üstündağ, ''Ülkemizde 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var. Maalesef çok öldürücü bir hastalık, inme geçirenlerin 4'te 3'ü, kalp krizi geçirenlerin yarısı, kan basıncı yükseklikleri zamanında tedavi edilmediği için bu tür hastalıklardan muzdarip olurlar.'' diye konuştu.   Hipertansiyonun çok fazla şikayete yol açmayan ''sessiz katil'' olduğuna işaret eden Üstündağ, şunları kaydetti:   ''Bugün dişiniz ağrısa sabah dişçiye gidersiniz. Mideniz ağrısa doktora gidersiniz ama hipertansiyon çok fazla belirti vermez. Mesela, kapalı yerlerden sıkılırsınız, çok fazla esnersiniz, yüzünüz kızarır, gürültülü ortamlara tahammülsüz hale gelirsiniz. Kulaklarınızda çınlama olabilir. Biraz daha şanslı bir hasta iseniz ensenizden başlayan, omuzlara doğru yayılan baş ağrısından şikayet edersiniz fakat bunların çoğu sizi doktora götürmeye yetmez. Bu şikayetler, birkaç sene devam eder. Sonra kan basıncı, yüksek ve yerleşik hale gelir vücudunuzda. Şikayetleriniz de ortadan kalkar. Eğer önlem almazsanız hipertansiyon, aniden kalp krizi veya inme olarak karşınıza çıkar. O yüzden sessiz katildir ve çok öldürücüdür.''   Üstündağ, sağlıklı bir yaşam için kişi başına günlük tuz tüketimi miktarının en fazla 5 gram olması gerektiğini, obezitenin önüne geçilmesinin ve yürüyüşün hastalığın önlenmesinde etkili olduğunu kaydetti.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Metabolizma hızı nasıl artırılabilir?

Son dönemde bu yakınmalarla diyetisyen yolunu tutanların sayısında belirgin bir artış var. Peki nedir bu metabolizma, kilo yönetimde nasıl bir etkisi var? Diyetisyen Özlem Araz, metabolizma hızını artırmak isteyenlere önemli tüyolar verdi.   Metabolizma; Bazal Metabolizma Hızı (BMH) , fiziksel aktivite ve besinlerin termik etkisi (diyetle alınan besinlerin sindiriminde harcanan enerji) olmak üzere üç ana birleşenden oluşur. Bütün bu bileşenlerin toplamı günlük enerji gereksinmemizi gösterir. Aldığımız kalorinin harcadığımız kaloriden fazla olması durumunda kilo artışı olur.   Araz, metabolizma hızının en büyük belirleyicisinin bazal metabolizma hızı olduğunu belirtiyor. Araz, “Bazal Metabolizma Hızı, 24 saat içinde hiç hareket etmeden, dinlenir vaziyette hayati fonksiyonların devamı için harcanan enerjidir ve günlük harcanan enerjinin yüzde 60 ile 70’ini oluşturur” diyor. Diyetisyen Araz, kişinin çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı değil, kendisini hazır hissettiğinde diyet yapması gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor; “Kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuzda diyet yapın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.”   Diyetisyen Araz, metabolizma hızıyla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı:   Bazal metabolizma hızını etkileyen faktörler   Yaş ve cinsiyet: Büyüme döneminde vücut dokularının yapımı ek enerji gerektirdiğinden bazal metabolizma daha hızlıdır. Büyüme tamamlandıktan sonra bazal metabolizma hızı düşmeye başlar. Yaş ilerlemesiyle her yıl metabolizma hızı yüzde 2 kadar azalmaktadır, bu yüzden ilerleyen yaşlarda metabolizma hızı azalması sonucunda ağırlık kaybı hızının yavaşlaması doğaldır. Kadınların metabolizma hızı erkeklerinkinden düşüktür. Vücudun cüssesi ve bileşimi: Bireyler arasındaki BMH farklılığının yüzde 80’i yağsız kütle oranındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Vücudun yağsız kütlesinin yağ kütlesine oranı arttıkça BMH de artmaktadır. Erkek ve kadının vücut bileşimi farklıdır. Kadınların yağ kütlesi erkeklerinkinden fazladır.   Gebelik durumu: Gebelik döneminde metabolizma hızı yüzde 22-33 oranında artar.   Endokrin sistemin özellikleri: Endokrin sisteminde, özellikle tiroid bezinden salgılanan hormonlar BMH'ı arttırır. Bu nedenle ‘hipertiroidizm’ denilen hormon fazlalığı durumlarında BMH hızlı, aksi durumda yavaştır. Böbrek üstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun fazla olması metabolizmayı yavaşlatır. Pankreastan salgılan insülin hormonunun fazlası metabolizmayı yavaşlatır.   Stres durumu: Stres sırasında epinefrin hormonunun salınımı arttığından metabolik hız yüksektir. Fakat stres anında kortizol üretimi de aşırı artar ve bu kronik bir hal alırsa, sağlık için zararlı olduğu kadar vücut kompozisyonunu da olumsuz yönde etkiler. Yüksek kortizol değeri iştahı artırmanın yanı sıra, depresyon ve hafızada zayıflama, kas kütlesi, libido ve kemik yoğunluğu kaybına neden olur. Kortizol hormonunun fazlalığı, vücutta özellikle karın ve ensede yağ birikiminin ve şişmanlığın nedenidir.   Ateşli hastalıklar: Ateşli hastalıklarda hücre çalışmasının artması BMH'yı arttırır. Vücut ısısının bir derece yükselmesi BMH'da yüzde 7 artışa yol açar. Kanserde de metabolizma hızlanır.   Kas tonusu: Kas tonusu (bir kasın gerilmeye karşı gösterdiği direnç) bireyler arasında farklılık gösterir. Mutlak dinlenme anında bazı kişilerin kasları daha hareketlidir. Öfke, coşku, düşünme gibi durumlarda kas tonusu fazladır. Tedirgin kişilerin BMH'sı rahat kişilere göre daha yüksektir.   Ağır fiziksel aktivite: Ağır fiziksel aktiviteden sonra kaslar tam dinlenme durumuna geçmez. Bu nedenle fiziksel hareketlerden hemen sonra ölçülen bazal metabolizma hızı yüksektir.   Diyet içeriği: Diyetin bileşimi de bazal metabolizmayı etkiler. Diyette protein miktarı yükseldiğinde BMH artar.   Uyku: Uyku durumunda bazal metabolizma hızında azalma olur. Uyku sırasında ölçülen BMH uyanıkken ölçülenden yüzde 10 daha düşüktür.   Uzun süreli açlık: Uzun açlık durumlarında vücut daha az enerji harcamaya alışmaktadır. Ayrıca hızlı şekilde kilo alıp vermek, sık sık diyet yapıp, kilo verip tekrar geri almak veya şok diyetlerle, sağlıksız zayıflama yöntemleri uygulayarak hızla kiloların verilmesi gibi faktörler sonucunda metabolizma hızı yavaşlamaktadır. Bu bireyler fazla yemeye başlayınca daha hızlı kilo alırlar.   Genetik faktörler: Özellikle ailede kilo fazlalığı varsa bireyler kilo almaya yatkın oluyor. Araştırmalar vücutta aşırı yağ depolanmasının kişinin büyük ölçüde genetik yapısı ile ilgili olduğunu göstermiştir. Tıpkı göz rengimizi, boyumuzu, metabolizmamızı belirleyen genler olduğu gibi vücut ağırlığımızı da belirleyen genlere sahibiz.   Adet dönemleri: Adet kanaması döngüsü (mensturasyon) de metabolik hızı etkiler. Metabolik hız yumurtlama anından bir hafta önce en düşük, mensturasyondan hemen önce en yüksek düzeydedir.   Metabolizma hızımı nasıl arttırabilirim?   Dengeli beslenme: Güne kahvaltıyla başlayın, öğün atlamayın.   Fiziksel aktivite: Gün içerisinde fiziksel aktiviteyi arttırmak ve haftada en azından 2-3 gün 40 dakika süren egzersizler sonucunda hem vücut enerji harcar hem de vücutta yağ kitlesi azalıp, kas kitlesinin artması sonucunda metabolizma hızı hızlanır.   Yeterli protein tüketimi: Gün içerisinde vücudun ihtiyacı olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineralleri dengeli almalıyız, bu besin öğelerinin içinden özellikle proteinlerin termik etkisi (vücut proteini sindirirken daha fazla enerji harcar) yüksektir. Bu yüzden süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk, balık, kurubaklagiller gibi protein içeren besinleri diyetimizde yeteri kadar almalıyız.   Kendinizi hazır hissettiğinizde diyet yapın: Bazı dönemlerde bireyler kilo vermek isterler fakat çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı buna hazır değildirler. Bu durumda kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuz dönemde diyete başlayın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.   Bol su için: Su içmek dolaşım sisteminizi hızlandırır ve vücudunuzu temizler.   Kendinizi az yemeye alıştırmayın: Ne kadar az besin tüketirseniz, metabolizma hızınızda o kadar yediğiniz besinlerden aldığınız kaloriye kendini adapte eder. Bu yüzden az besin tüketmeyin, dengeli ve sağlıklı beslenin.   Hep aynı şekilde beslenmeyin: Bazı kişiler her gün aynı saatte aynı besinleri tüketirler, sürekli aynı besinleri tüketmek yerine diyetinize çeşit katınız.   Baharatları yemeklerinizde kullanın: Kırmızı acı biber, karabiber, zencefil gibi baharatlar metabolizmayı hızlandırır.   Günde 2-3 fincan kahve tüketin: Kahve tüketimi metabolizmayı hızlandırır (hamilelikte, reflü / gastriti olanlarda, çarpıntısı olan kişilerde önermiyoruz.)   Yeşil çay: Metabolizmayı hızlandırdığı yapılan çalışmalarda görülmüştür.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

26 Mart 2016 Cumartesi

Şişte bekleyen tavuk döner öldürücü olabilir

Osman Yardımcı, vatandaşların alım gücünün düşmesiyle 'tavuk döner' olayının ortaya çıktığını belirtti. 2 liraya tavuk döner satılmasını eleştiren Yardımcı, şöyle konuştu:

"Tavuğun göğsünün kilosu 13 lira. Bugün 100 gram tavuk döner ve üzerine de ayran verdiği zaman 1.80 TL eder. 50 kuruş da ekmek, 2.30 TL. Peki kaça satıyorlar. 2 TL'ye satıyorlar. Peki bunun 30 kuruşu nerede? Bunun tüpü var, malzemesi var, sosu var. Maliyeti 2.5 TL olan 100 gramlık döneri, 2 TL'ye veriyorlar. Ne var bunun içinde? Bunu bir araştırsınlar, tahlil yapsınlar. Vatandaşların alım gücü az, ama sağlık o kadar ucuz değil. Bu nedenle tavuk dönerlerin denetlenmesi gerekiyor. Tavuk döner diye bir şeyin olmaması lazım."

ÖLDÜRÜCÜ OLABİLİR

Antalya'nın ikliminin sıcak olduğunu da kaydeden Osman Yardımcı, "Tavuk döner bir şişin ortasında akşama kadar beklediği zaman rengi değişir ve bakteri üretir. Tavuk zehirlemesi insanı ölüme götürür. Et zehirlemesi ise sadece hastanelik eder. Et dönerde de yanlış yapılıyorsa ona da karşıyız" dedi.

DÖNERE KATKI MADDESİ

Döner ustaları ise denetim mekanizmasının yeteri kadar işlemediğini belirtti. Döner ustası Özgür Deştioğlu, bazı tavuk dönercilerin ekmeğin içine 20-25 gram gibi miktarda döner koyduğunu belirterek, “Vatandaşa döner verirken 100-150 gramın hakkını vermiyorlar. İçine marul, domates, soğan koyuyorlar" dedi. Restoran müdürü Necip Çal ise ucuza satılan tavuk dönerin içersinde mutlaka katkı maddesi bulunduğunu belirterek, kalitenin ucuza verilemeyeceğini söyledi.

Ucuza satılan tavuk dönerde deri bulunduğunu kaydeden Necip Çal, “Vatandaşlar döner yiyecekleri işyerinin temizliğine, titizliğine dikkat ettikleri kadar, ürünün kalitesine de dikkat etmeli. Tavuk döner satanların da bildikleri, inandıkları firmalarla alışveriş yapmalarını öneriyoruz. Çünkü bir mekanın devam edebilmesi için bunlar şart. Tavuğun kilo fiyatına göre 100-150 gramlık tavuk dönerin 7-8 TL'den satılması gerekiyor" diye konuştu.

Müzisyen Erol Karataş ise oğlunun yediği tavuk dönerden zehirlenerek hastanelik olduğunu söyleyerek, “Öncelikle hijyen olmayan bütün ürünlere karşıyım. Bir gün önceden kalan dönerin üzerine çiğ döner sarıyorlar. Satılmamış ürünleri ertesi gün tekrar halka sunuyorlar. Ben çocuğuma da bir ara tavuk döner yedirmiştim. Yediği gibi çıkardığı bir oldu. Çok uygunsuz şartlarda yiyecek ve içecek satılıyor. Karnı aç olan 1 TL'ye fırından ekmek alıp onu yesin. Hiç olmazsa sağlıklı olur, midesini rahatsız etmez, öldürmez" dedi.

(DHA)



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kalp ve damar hastalıkları çocukluktan başlıyor

"İyi ve Sağlıklı Yaşam,Temel İlkeler, Pratik Öneriler" konulu etkinlikte konuşan özel bir kliniğin Kalp Damar Hastalıkları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Tuzcu, kalp ve damar hastalıklarının gelişiminden bahsetti.

Kalp damarlarındaki sertleşme ve buna bağlı kriz vakalarının kişinin doğumundan başlayan ve gelişen bir süreç olduğunu kaydeden Prof. Tuzcu, "Kalp hastalıkları yetişkinlikten değil, çocukluktan başlayan bir hastalıktır. Kalp krizi dünden bugüne ortaya çıkmaz. Çocukluktan başlayan hastalık giderek ilerliyor ve günün birinde bir tetikle, oluşan pıhtı kalp krizine neden oluyor." değerlendirmesinde bulundu.

Kişinin damarlarına ilişkin yapının anne karnında belirmeye başladığını söyleyen Prof. Tuzcu, "Kişinin gelecekte kalp krizi geçirme riski daha anne karnında bile ortaya çıkıyor. Annenin hamilelikteki beslenmesi, sigara kullanması, stres durumu çocuğun gelecekte kalp krizine yakalanma riskini etkileyebiliyor." diye konuştu.
 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Sinsi hastalık: Hepatit B

ANTALYA - Sinan Özmüş

Viral Hepatitle Savaşım Derneği Başkanı Prof. Dr. Fehmi Tabak, hastaların kolay kolay Hepatit B'den haberdar olmadıklarını belirterek, "Hastalar tesadüfen karşımıza geliyor." dedi.

Tabak, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bir çok hastanın siroz ve karaciğer kanseri gelişmeden, kolay kolay hepatit B'den haberdar olmadığını vurgulayarak, "Hastalar tesadüfen karşımıza geliyor. Kan bağışı sonrası yapılan bir tetkik, evlilik öncesi yapılan bir test, ameliyat öncesi bir test veya basit bir check up durumunda hastalar hastalığından haberdar oluyor." ifadesini kullandı.

"Büyük bir kısmı sağlıklı taşıyıcı"

Tabak, hepatit hastalığının virüsünün kanla, cinsel yolla, gebelik döneminde anneden çocuğa geçebildiğini söyledi. Tabak, bununla ilgili ne kadar çok bilgilendirme ve uyarılma yapılırsa o kadar iyi olacağına işaret etti.

Kendilerinden şüphe edenlerin çok basit ve devlet tarafından karşılanan iki testi yaptırarak, sonuçları doktorları ile paylaşması gerektiğini belirten Tabak, "Test sonuçları pozitif olan her hastanın hastalığı ilerleyecek, siroza ya da karaciğer kanserine dönüşecek diye bir şey yok. Büyük bir kısmı sağlıklı taşıyıcı. Ancak öncelikle bir test yaptırmaları lazım." dedi.


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Fiziksel aktivite "en ucuz ilaç"

"Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) nün son raporlarına göre fiziksel aktivite azlığı veya hareketsizlik birçok ülkede hızlı bir şekilde yaygınlaşmakta ve kanser, kalp-damar hastalıkları, şişmanlık, tip 2 diyabet, osteoporoz gibi birçok sistemik hastalığın artışına neden olmaktadır. Fiziksel hareketsizlik ölümlere yol açan risk faktörleri içinde 4. sırada yer almakta olup dünya genelinde 3.2 milyon insanın yaşamını yitirmesinden sorumludur.   Türkiye Fiziksel Aktivite Rehberi'ne (2014) göre, haftada 4-5 gün ve günde 30 dakika hafif veya orta şiddette fiziksel aktivite yapan bireylerde, yeterli düzeyde fiziksel aktivite yapmayan bireylere göre ölüm riskinin %20-30 arasında daha az olduğu tespit edilmiştir.   Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Doç. Dr. Öznur Öken; düzenli fiziksel aktivitenin; kalp hastalıkları, obezite, yüksek tansiyon, diyabet, osteoporoz ve bazı kanser türlerinden korunmada en etkin ve en ucuz ilaç olduğuna dikkat çekiyor.   Öken; “Fiziksel aktivite kişinin kendisini daha enerjik hissetmesini, daha canlı, hareketli ve huzurlu olmasını sağlayarak yaşam kalitesini artırır. Fiziksel hareketsizlik yalnızca yetişkinler için değil, çocuklar ve gençler için de ciddi bir problemdir. İnaktif çocuk, inaktif bir yetişkin demektir. Bu nedenle, bebeklik çağından itibaren çocuklarda aktivitenin artırılmasının ve gün içerisinde hareketsiz olarak geçirilen sürenin azaltılması önemlidir.” dedi   Hangi Yaşta, Hangi Aktivite Yapılmalı? 1-4 yaş arası çocuklar gün içinde farklı şiddetlerde toplam 180 dakika süreyle aktif olmalıdırlar.Farklı iç ve dış ortamlarda onların hareket becerilerini, dengelerini geliştiren aktiviteler ve enerji harcamayı gerektiren oyun aktivitelerini içermelidir. Bu yaş grubu için bilgisayar, televizyon vb. Önerilmez   5 -11 yaş grubundaki çocuklar için her gün en az 60 dakika, haftada en az 3 defa orta şiddetten yüksek şiddete doğru giden fiziksel aktiviteler (ip atlama, çizgi oyunları, tutma ve yuvarlama oyunları ,buz pateni, jimnastik, kayak, atletizm, futbol, yüzme, dans, masa tenisi,yavaş tempoda bisiklet sürmekgibi) tercih edilmelidir.   12-18 yaş arasındaki ergenler için de hedef, günde 60 dakika,haftada en az 3 defa yüksek şiddette kas ve kemikleri güçlendiren kuvvet aktiviteleri (Halk oyunları,tempolu koşu, basketbol, futbol,voleybol, hentbol ve tenis oynamak, tempolu dans etmek gibi) olmalıdır. Özellikle bu dönemdeki duruş bozukluklarını önlemek için yüzme, yoga, dans uygun aktivitelerdir.Bu yaş grubundaki çocuklarda yoğun ağırlık içeren sporların (ağırlık kaldırma, halter, vb.)yapılması zararlıdır.   Yetişkinler için Haftada en az 3 gün (ideali 5 gün), günde 30 dakikayapılan dayanıklılık egzersizleri, kalbimizi güçlendirir, solunum ve dolaşım kapasitemizi geliştirir. Tempolu yürüme, bisiklete binme, hafif koşu, yüzme, tenis, ağır ev işleri (elektrik süpürgesi kullanma), hafif bahçe işleriuygun egzersizlerdir.   Yaşlanma,bir hastalık değildir. Ülkemizde yapılan çalışmalarda yaşlılar arasında fiziksel aktivitenin düşük olduğu, sadece %30’unun yürüyüş, %15’inin ev içinde egzersiz yaptığı belirlenmiştir. İleri yaş grubundaki bireylerde de televizyon başında oturarak geçirilen zamanlar azaltılmalıdır.   - Bu yaş grubu için en ideal egzersiz yürümedir. Kısa süreli ve sık dinlenerekyürüyüşe başlamalı bir şikayeti olmadıkça önce yürüme süresi, daha sonra yürüme temposu artırılmalıdır.   Haftanın 5 günü 30 dakika süre ile ara vermeden veya 10 dakikalık sürelerle 3’e bölünerek (10x3=30 dakika) haftada toplam en az 150 dakika olacak şekilde planlanmalıdır.   Ayrıca haftada 2 veya 3 gün kasların kuvvetlini korumak, denge ve esnekliği artırmak için düzenli ve hızlı adımlarla yürüme, uzun süreli yavaş tempoda yüzme, hafif bahçe işleri önerilebilir. Yoga, pilates ve Tai Chi gibi düzenli yapılan aktiviteler esnekliği arttırır. Kuvvetlendirme egzersizleribir gün ara verilerek yapılmalıdır.   Egzersiz Yaparken Nelere Dikkat Etmeliyiz? Egzersize mutlaka ısınma hareketleri ile başlamalı, soğuma aktiviteleri ile sonlandırılmalıdır.   Yaralanmaları önlemek için hafif, ayak arklarını destekleyen ortopedik, kaymayan tabanlı ayakkabı kullanın ve toprak zeminde yürüyün.   Hava koşullarına ve yapılan aktiviteye uygun, rahat, vücudu çok sıkı sarmayan pamuklu kumaştan giysi kullanın. Sıcak ve nemli günlerde güneşin tam tepede olmadığı sabah veya akşam üstü saatlerinde egzersiz yapın.   Egzersizler sırasında nefesinizi tutmayın.   Düşük şiddetle başlayıp, zaman içerisinde toleransa göre şiddeti arttırılmalıdır. Egzersizler sırasında eklemlerinize aşırı yük binmesinden kaçının.   Yemekten hemen sonra veya açken egzersiz yapmaktan kaçının.   Egzersiz yaparken su içmeyi ihmal etmeyin   Egzersiz yaparken; Göğüs ağrısı , kalp ritminde bozulma, soluk almada zorlanma , baş dönmesi ve göz kararması hissediyorsanız,bacaklarda morarma oluyorsa, egzersizi sürdüremeyecek kadar halsizlik, yorgunluk ve eklem ağrınız olduysa, egzersizle ortaya çıkan ve giderek artan baş ağrısıoluştuysa derhal egzersizi kesip, doktorunuza başvurmalısınız.

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Şişte bekleyen tavuk döner öldürücü olabilir

Osman Yardımcı, vatandaşların alım gücünün düşmesiyle 'tavuk döner' olayının ortaya çıktığını belirtti. 2 liraya tavuk döner satılmasını eleştiren Yardımcı, şöyle konuştu:

"Tavuğun göğsünün kilosu 13 lira. Bugün 100 gram tavuk döner ve üzerine de ayran verdiği zaman 1.80 TL eder. 50 kuruş da ekmek, 2.30 TL. Peki kaça satıyorlar. 2 TL'ye satıyorlar. Peki bunun 30 kuruşu nerede? Bunun tüpü var, malzemesi var, sosu var. Maliyeti 2.5 TL olan 100 gramlık döneri, 2 TL'ye veriyorlar. Ne var bunun içinde? Bunu bir araştırsınlar, tahlil yapsınlar. Vatandaşların alım gücü az, ama sağlık o kadar ucuz değil. Bu nedenle tavuk dönerlerin denetlenmesi gerekiyor. Tavuk döner diye bir şeyin olmaması lazım."

ÖLDÜRÜCÜ OLABİLİR

Antalya'nın ikliminin sıcak olduğunu da kaydeden Osman Yardımcı, "Tavuk döner bir şişin ortasında akşama kadar beklediği zaman rengi değişir ve bakteri üretir. Tavuk zehirlemesi insanı ölüme götürür. Et zehirlemesi ise sadece hastanelik eder. Et dönerde de yanlış yapılıyorsa ona da karşıyız" dedi.

DÖNERE KATKI MADDESİ

Döner ustaları ise denetim mekanizmasının yeteri kadar işlemediğini belirtti. Döner ustası Özgür Deştioğlu, bazı tavuk dönercilerin ekmeğin içine 20-25 gram gibi miktarda döner koyduğunu belirterek, “Vatandaşa döner verirken 100-150 gramın hakkını vermiyorlar. İçine marul, domates, soğan koyuyorlar" dedi. Restoran müdürü Necip Çal ise ucuza satılan tavuk dönerin içersinde mutlaka katkı maddesi bulunduğunu belirterek, kalitenin ucuza verilemeyeceğini söyledi.

Ucuza satılan tavuk dönerde deri bulunduğunu kaydeden Necip Çal, “Vatandaşlar döner yiyecekleri işyerinin temizliğine, titizliğine dikkat ettikleri kadar, ürünün kalitesine de dikkat etmeli. Tavuk döner satanların da bildikleri, inandıkları firmalarla alışveriş yapmalarını öneriyoruz. Çünkü bir mekanın devam edebilmesi için bunlar şart. Tavuğun kilo fiyatına göre 100-150 gramlık tavuk dönerin 7-8 TL'den satılması gerekiyor" diye konuştu.

Müzisyen Erol Karataş ise oğlunun yediği tavuk dönerden zehirlenerek hastanelik olduğunu söyleyerek, “Öncelikle hijyen olmayan bütün ürünlere karşıyım. Bir gün önceden kalan dönerin üzerine çiğ döner sarıyorlar. Satılmamış ürünleri ertesi gün tekrar halka sunuyorlar. Ben çocuğuma da bir ara tavuk döner yedirmiştim. Yediği gibi çıkardığı bir oldu. Çok uygunsuz şartlarda yiyecek ve içecek satılıyor. Karnı aç olan 1 TL'ye fırından ekmek alıp onu yesin. Hiç olmazsa sağlıklı olur, midesini rahatsız etmez, öldürmez" dedi.

(DHA)



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Emziren anneler dikkat!

Gebze Medical Park Hastanesi’nden Uzman Diyetisyen Aslıhan Küçük, bir bebeğin büyüme ve gelişme döneminde alması gereken en önemli besinin anne sütü olduğunu, annenin yeterli miktarda ve nitelikte süt üretebilmek için beslenme düzenine dikkat etmesi gerektiğini belirtti. Aslıhan Küçük, bebek beslenmesinde yeri doldurulamayan bir doğa harikası olan anne sütünün daha besleyici olması için tüketilebilecek en iyi 15 besini şöyle sıraladı:

İŞTE O BESİNLER

“Yoğurt: İçeriğindeki mükemmel kalsiyum, fosfor oranı ile vazgeçilmez bir besin yoğurt. Hem annenin bebeği ile paylaştığı mineral depolarını doldururken hem de bebeğin kemik ve diş sağlığı için son derece önemli bir rol oynuyor. Annenin enerji ihtiyacına göre günde 2 veya 3 bardak mutlaka yoğurt tüketmesi gerekiyor.

Yumurta: Yumurta içeriğindeki zengin A, C ve E vitamini; iyot, fosfor ve çinko gibi mineralleriyle en önemli, en kaliteli protein kaynaklarından biri. Bebeğinizin beyin gelişimine katkıda bulunan, sütünüzün kalitesine destek çıkan en değerli besin!

Yulaf ezmesi: Bu kompleks karbonhidrat daha enerjik hissetmenizi sağlar ve süt miktarınızı artırır. Bitkisel protein ve posadan zengin olan yulaf ezmesi sindirim sistemini düzenler. Bebeğini sakin sakin emzirmek isteyen anneler, akşam yemeğinden sonra yoğurt ile tüketebilirsiniz.

Süt/Ayran: Anne sütünü artırmanın ilk yolu sıvı tüketimini artırmaktır. Bu sıvıların başında da önemli protein kaynağı olan ve kalsiyumdan zengin süt ve ayran gelir. Sütü yağsız, ayranı ise yağsız ve tuzsuz tercih edin.

Ton Balığı/Somon: Ton balığı ve somon omega 3 ve proteinin iyi kaynaklarıdır. Bebeğinizin beyin gelişimini destekler, sizin ise emziklilik döneminde stres yönetiminize destek çıkar.

Maş Fasulyesi/Börülce: B grubu vitaminleri ve posadan zengin olan bu besinler; sindirim sistemini düzenler, kan şekeri kontrolünü sağlar ve bol miktarda bitkisel protein içerir. Haşlayıp koyu yeşil yapraklı sebzelerle karıştırıp salata şeklinde tüketebilirsiniz.

Karabuğday/Buğday: Bu besinler düşük glisemik indeks değerine ve yüksek posa oranına sahiptir. Kan şekeri kontrolü sağlar, sindirim sistemi fonksiyonlarını iyileştirir. Karabuğdayı sebze yemeklerinde, salatalarınızda veya pilav olarak tüketin. Buğdayı ise süt ile pişirip içine 1 tatlı kaşığı bal koyarak tatlı ihtiyacınızı giderin, sütünüzü artırın.

Yağlı tohumlar: Fındık, ceviz, badem gibi yağlı tohumlar zengin yağ asidi, vitamin ve mineral bileşimi ile ön plana çıkıyor. Annenin beslenmesinde yağ asidi bileşimine önem vermesi sütün daha kaliteli salgılanmasına ve bebeğin sinirsel gelişimine destek oluyor.

Ispanak/Pazı/Dereotu: Emzirme süresince ikinize de gerekli olan demir, kalsiyum ve folik asit içerirler. Çiğ veya az pişmiş olarak tercih edin, yemeklerin içinde de mutlaka kullanın.

Çemen Tohumu: Tavuk ve et yemeklerinize lezzet katan bu besin aynı zamanda sütünüze de bolluk katacaktır.

Rezene: Hormon değişikliklerine yol açan maddelerce zengin olan rezene, anne sütü salınımı için gerekli olan östrojen ve prolaktin hormonlarının üretimini artırır. Hem bebeğinizi hem de sizi rahatlatır.

Sarımsak/Soğan: Anne sütü artıran en iyi besinler arasında yer alırlar. Süt üretimine yardımcı bileşikler vardır. Yemeklerinizde ve salatalarınızda bol bol kullanın.

Kuşkonmaz: Kuşkonmazda emziren annelerin süt üretimi için gerekli hormonlar vardır. A vitamini, potasyum ve posadan zengin olan kuşkonmazı sebze yemeklerinde, ızgara etlerin yanında kullanın.

Balkabağı: Zengin beta karoten içeriğiyle sütünüzü artıran balkabağını tatlı olarak tüketmeniz hem tatlı isteğini azaltacak, hem de sütünü artıracaktır.

Su-Maden Suyu: Emzirme döneminde olan anne, sütünü artırmak için 2,5-3 litre su içmelidir. Emzirirken terleyerek kaybettiğiniz elektrolitlerinizi ise günde bir tane maden suyu ile tamamlayın.”


"Akıllı telefon kullanırken 5 dakikada bir el değiştirin"

SİVAS - MERVE TOPUZ 

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ünal Özüm, AA muhabirine yaptığı açıklamada, son yıllarda yaygınlaşan ve uzun süre elde tutar vaziyette kullanılan akıllı telefonların, kullanım şekline göre vücutta deformeler oluşturduğunu söyledi.

Büyük ekranlı telefon kullanmak daha avantajlı

Akılı telefon ve tablet kullanımın artmasıyla boyun, kol ve parmak sağlığı problemi yaşayan kişi sayısında ciddi artış olduğunu aktaran Prof. Dr. Özüm, şunları kaydetti:

"Hastalarımıza telefonu uzun süreli kullanmamalarını, kullanırken yukarıda ve uzakta tutmalarını öneriyoruz. Ancak yine bu pozisyonda bile uzun süreli kullanılmamalı. Bu nedenle akıllı telefonu kullanırken 5 dakikada bir el değiştirmeli veya bir zemin üzerine koyarak kullanmalıdır. Kafayı çok fazla öne eğmeden karşıya bakarak kullanılmalı. Büyük ekranlı telefonlar biraz daha uzak tutuluyor. O yüzden kullanıcılara tavsiyemiz, büyük ekranlı telefon kullanmaları. Telefon kullanırken iki el de kullanılmalı."

Özüm, uzun süreli tablet ve telefon kullanımına bağlı olarak kişide kalıcı hasarlar da meydana gelebileceğini vurgulayarak, "Telefonu sürekli aynı elle kullanmak parmaklarda uzun süreli uyuşukluk ve ağrıya sebep olur. Kol daha çabuk yorulur daha zor iş yapar duruma gelir. Boyundaki problemse daha kalıcıdır. Kireçlenmeye, boyun fıtığına ve günlerce süren baş ağrısına neden olur. Bu durumda kişin yaşam kalitesi ve performansı düşürür." ifadelerini kullandı.


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

25 Mart 2016 Cuma

Akıllı telefonlar hasta ediyor

Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ünal Özüm, son yıllarda yaygınlaşan ve uzun süre elde tutar vaziyette kullanılan akıllı telefonların, kullanım şekline göre vücutta deformeler oluşturduğunu söyledi.   Büyük ekranlı telefon kullanmak daha avantajlı Akılı telefon ve tablet kullanımın artmasıyla boyun, kol ve parmak sağlığı problemi yaşayan kişi sayısında ciddi artış olduğunu aktaran Prof. Dr. Özüm, şunları kaydetti:   "Hastalarımıza telefonu uzun süreli kullanmamalarını, kullanırken yukarıda ve uzakta tutmalarını öneriyoruz. Ancak yine bu pozisyonda bile uzun süreli kullanılmamalı. Bu nedenle akıllı telefonu kullanırken 5 dakikada bir el değiştirmeli veya bir zemin üzerine koyarak kullanmalıdır. Kafayı çok fazla öne eğmeden karşıya bakarak kullanılmalı. Büyük ekranlı telefonlar biraz daha uzak tutuluyor. O yüzden kullanıcılara tavsiyemiz, büyük ekranlı telefon kullanmaları. Telefon kullanırken iki el de kullanılmalı."   Özüm, uzun süreli tablet ve telefon kullanımına bağlı olarak kişide kalıcı hasarlar da meydana gelebileceğini vurgulayarak, "Telefonu sürekli aynı elle kullanmak parmaklarda uzun süreli uyuşukluk ve ağrıya sebep olur. Kol daha çabuk yorulur daha zor iş yapar duruma gelir. Boyundaki problemse daha kalıcıdır. Kireçlenmeye, boyun fıtığına ve günlerce süren baş ağrısına neden olur. Bu durumda kişin yaşam kalitesi ve performansı düşürür." ifadelerini kullandı. AA

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Kalp ve damar hastalıkları çocukluktan başlıyor

"İyi ve Sağlıklı Yaşam,Temel İlkeler, Pratik Öneriler" konulu etkinlikte konuşan özel bir kliniğin Kalp Damar Hastalıkları Bölümü Başkanı Prof. Dr. Murat Tuzcu, kalp ve damar hastalıklarının gelişiminden bahsetti.

Kalp damarlarındaki sertleşme ve buna bağlı kriz vakalarının kişinin doğumundan başlayan ve gelişen bir süreç olduğunu kaydeden Prof. Tuzcu, "Kalp hastalıkları yetişkinlikten değil, çocukluktan başlayan bir hastalıktır. Kalp krizi dünden bugüne ortaya çıkmaz. Çocukluktan başlayan hastalık giderek ilerliyor ve günün birinde bir tetikle, oluşan pıhtı kalp krizine neden oluyor." değerlendirmesinde bulundu.

Kişinin damarlarına ilişkin yapının anne karnında belirmeye başladığını söyleyen Prof. Tuzcu, "Kişinin gelecekte kalp krizi geçirme riski daha anne karnında bile ortaya çıkıyor. Annenin hamilelikteki beslenmesi, sigara kullanması, stres durumu çocuğun gelecekte kalp krizine yakalanma riskini etkileyebiliyor." diye konuştu.
 



Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

'Türkiye'de 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var'

EDİRNE

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Nefroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Üstündağ, Türkiye'de 20 milyon civarında kişinin hipertansiyon hastası olduğunu söyledi.

Üstündağ, TÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de en yaygın ve öldürücü sağlık probleminin hipertansiyon olduğunu belirtti.

18 yaşından büyük bireylerin yüzde 30'unda hipertansiyon görüldüğünü ifade eden Üstündağ, ''Ülkemizde 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var. Maalesef çok öldürücü bir hastalık, inme geçirenlerin 4'te 3'ü, kalp krizi geçirenlerin yarısı, kan basıncı yükseklikleri zamanında tedavi edilmediği için bu tür hastalıklardan muzdarip olurlar.'' diye konuştu.

Hipertansiyonun çok fazla şikayete yol açmayan ''sessiz katil'' olduğuna işaret eden Üstündağ, şunları kaydetti:

''Bugün dişiniz ağrısa sabah dişçiye gidersiniz. Mideniz ağrısa doktora gidersiniz ama hipertansiyon çok fazla belirti vermez. Mesela, kapalı yerlerden sıkılırsınız, çok fazla esnersiniz, yüzünüz kızarır, gürültülü ortamlara tahammülsüz hale gelirsiniz. Kulaklarınızda çınlama olabilir. Biraz daha şanslı bir hasta iseniz ensenizden başlayan, omuzlara doğru yayılan baş ağrısından şikayet edersiniz fakat bunların çoğu sizi doktora götürmeye yetmez. Bu şikayetler, birkaç sene devam eder. Sonra kan basıncı, yüksek ve yerleşik hale gelir vücudunuzda. Şikayetleriniz de ortadan kalkar. Eğer önlem almazsanız hipertansiyon, aniden kalp krizi veya inme olarak karşınıza çıkar. O yüzden sessiz katildir ve çok öldürücüdür.''

Üstündağ, sağlıklı bir yaşam için kişi başına günlük tuz tüketimi miktarının en fazla 5 gram olması gerektiğini, obezitenin önüne geçilmesinin ve yürüyüşün hastalığın önlenmesinde etkili olduğunu kaydetti.

Muhabir: Hakan Mehmet Şahin


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

'Türkiye'de 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var'

EDİRNE

Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Nefroloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sedat Üstündağ, Türkiye'de 20 milyon civarında kişinin hipertansiyon hastası olduğunu söyledi.

Üstündağ, TÜ Tıp Fakültesi Hastanesi'nde düzenlediği basın toplantısında, Türkiye'de en yaygın ve öldürücü sağlık probleminin hipertansiyon olduğunu belirtti.

18 yaşından büyük bireylerin yüzde 30'unda hipertansiyon görüldüğünü ifade eden Üstündağ, ''Ülkemizde 20 milyon civarında hipertansiyon hastası var. Maalesef çok öldürücü bir hastalık, inme geçirenlerin 4'te 3'ü, kalp krizi geçirenlerin yarısı, kan basıncı yükseklikleri zamanında tedavi edilmediği için bu tür hastalıklardan muzdarip olurlar.'' diye konuştu.

Hipertansiyonun çok fazla şikayete yol açmayan ''sessiz katil'' olduğuna işaret eden Üstündağ, şunları kaydetti:

''Bugün dişiniz ağrısa sabah dişçiye gidersiniz. Mideniz ağrısa doktora gidersiniz ama hipertansiyon çok fazla belirti vermez. Mesela, kapalı yerlerden sıkılırsınız, çok fazla esnersiniz, yüzünüz kızarır, gürültülü ortamlara tahammülsüz hale gelirsiniz. Kulaklarınızda çınlama olabilir. Biraz daha şanslı bir hasta iseniz ensenizden başlayan, omuzlara doğru yayılan baş ağrısından şikayet edersiniz fakat bunların çoğu sizi doktora götürmeye yetmez. Bu şikayetler, birkaç sene devam eder. Sonra kan basıncı, yüksek ve yerleşik hale gelir vücudunuzda. Şikayetleriniz de ortadan kalkar. Eğer önlem almazsanız hipertansiyon, aniden kalp krizi veya inme olarak karşınıza çıkar. O yüzden sessiz katildir ve çok öldürücüdür.''

Üstündağ, sağlıklı bir yaşam için kişi başına günlük tuz tüketimi miktarının en fazla 5 gram olması gerektiğini, obezitenin önüne geçilmesinin ve yürüyüşün hastalığın önlenmesinde etkili olduğunu kaydetti.

Muhabir: Hakan Mehmet Şahin


Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari

Metabolizma hızı nasıl artırılabilir?

Son dönemde bu yakınmalarla diyetisyen yolunu tutanların sayısında belirgin bir artış var. Peki nedir bu metabolizma, kilo yönetimde nasıl bir etkisi var? Diyetisyen Özlem Araz, metabolizma hızını artırmak isteyenlere önemli tüyolar verdi.   Metabolizma; Bazal Metabolizma Hızı (BMH) , fiziksel aktivite ve besinlerin termik etkisi (diyetle alınan besinlerin sindiriminde harcanan enerji) olmak üzere üç ana birleşenden oluşur. Bütün bu bileşenlerin toplamı günlük enerji gereksinmemizi gösterir. Aldığımız kalorinin harcadığımız kaloriden fazla olması durumunda kilo artışı olur.   Araz, metabolizma hızının en büyük belirleyicisinin bazal metabolizma hızı olduğunu belirtiyor. Araz, “Bazal Metabolizma Hızı, 24 saat içinde hiç hareket etmeden, dinlenir vaziyette hayati fonksiyonların devamı için harcanan enerjidir ve günlük harcanan enerjinin yüzde 60 ile 70’ini oluşturur” diyor. Diyetisyen Araz, kişinin çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı değil, kendisini hazır hissettiğinde diyet yapması gerektiğinin altını çiziyor ve ekliyor; “Kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuzda diyet yapın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.”   Diyetisyen Araz, metabolizma hızıyla ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı:   Bazal metabolizma hızını etkileyen faktörler   Yaş ve cinsiyet: Büyüme döneminde vücut dokularının yapımı ek enerji gerektirdiğinden bazal metabolizma daha hızlıdır. Büyüme tamamlandıktan sonra bazal metabolizma hızı düşmeye başlar. Yaş ilerlemesiyle her yıl metabolizma hızı yüzde 2 kadar azalmaktadır, bu yüzden ilerleyen yaşlarda metabolizma hızı azalması sonucunda ağırlık kaybı hızının yavaşlaması doğaldır. Kadınların metabolizma hızı erkeklerinkinden düşüktür. Vücudun cüssesi ve bileşimi: Bireyler arasındaki BMH farklılığının yüzde 80’i yağsız kütle oranındaki farklılıktan kaynaklanmaktadır. Vücudun yağsız kütlesinin yağ kütlesine oranı arttıkça BMH de artmaktadır. Erkek ve kadının vücut bileşimi farklıdır. Kadınların yağ kütlesi erkeklerinkinden fazladır.   Gebelik durumu: Gebelik döneminde metabolizma hızı yüzde 22-33 oranında artar.   Endokrin sistemin özellikleri: Endokrin sisteminde, özellikle tiroid bezinden salgılanan hormonlar BMH'ı arttırır. Bu nedenle ‘hipertiroidizm’ denilen hormon fazlalığı durumlarında BMH hızlı, aksi durumda yavaştır. Böbrek üstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun fazla olması metabolizmayı yavaşlatır. Pankreastan salgılan insülin hormonunun fazlası metabolizmayı yavaşlatır.   Stres durumu: Stres sırasında epinefrin hormonunun salınımı arttığından metabolik hız yüksektir. Fakat stres anında kortizol üretimi de aşırı artar ve bu kronik bir hal alırsa, sağlık için zararlı olduğu kadar vücut kompozisyonunu da olumsuz yönde etkiler. Yüksek kortizol değeri iştahı artırmanın yanı sıra, depresyon ve hafızada zayıflama, kas kütlesi, libido ve kemik yoğunluğu kaybına neden olur. Kortizol hormonunun fazlalığı, vücutta özellikle karın ve ensede yağ birikiminin ve şişmanlığın nedenidir.   Ateşli hastalıklar: Ateşli hastalıklarda hücre çalışmasının artması BMH'yı arttırır. Vücut ısısının bir derece yükselmesi BMH'da yüzde 7 artışa yol açar. Kanserde de metabolizma hızlanır.   Kas tonusu: Kas tonusu (bir kasın gerilmeye karşı gösterdiği direnç) bireyler arasında farklılık gösterir. Mutlak dinlenme anında bazı kişilerin kasları daha hareketlidir. Öfke, coşku, düşünme gibi durumlarda kas tonusu fazladır. Tedirgin kişilerin BMH'sı rahat kişilere göre daha yüksektir.   Ağır fiziksel aktivite: Ağır fiziksel aktiviteden sonra kaslar tam dinlenme durumuna geçmez. Bu nedenle fiziksel hareketlerden hemen sonra ölçülen bazal metabolizma hızı yüksektir.   Diyet içeriği: Diyetin bileşimi de bazal metabolizmayı etkiler. Diyette protein miktarı yükseldiğinde BMH artar.   Uyku: Uyku durumunda bazal metabolizma hızında azalma olur. Uyku sırasında ölçülen BMH uyanıkken ölçülenden yüzde 10 daha düşüktür.   Uzun süreli açlık: Uzun açlık durumlarında vücut daha az enerji harcamaya alışmaktadır. Ayrıca hızlı şekilde kilo alıp vermek, sık sık diyet yapıp, kilo verip tekrar geri almak veya şok diyetlerle, sağlıksız zayıflama yöntemleri uygulayarak hızla kiloların verilmesi gibi faktörler sonucunda metabolizma hızı yavaşlamaktadır. Bu bireyler fazla yemeye başlayınca daha hızlı kilo alırlar.   Genetik faktörler: Özellikle ailede kilo fazlalığı varsa bireyler kilo almaya yatkın oluyor. Araştırmalar vücutta aşırı yağ depolanmasının kişinin büyük ölçüde genetik yapısı ile ilgili olduğunu göstermiştir. Tıpkı göz rengimizi, boyumuzu, metabolizmamızı belirleyen genler olduğu gibi vücut ağırlığımızı da belirleyen genlere sahibiz.   Adet dönemleri: Adet kanaması döngüsü (mensturasyon) de metabolik hızı etkiler. Metabolik hız yumurtlama anından bir hafta önce en düşük, mensturasyondan hemen önce en yüksek düzeydedir.   Metabolizma hızımı nasıl arttırabilirim?   Dengeli beslenme: Güne kahvaltıyla başlayın, öğün atlamayın.   Fiziksel aktivite: Gün içerisinde fiziksel aktiviteyi arttırmak ve haftada en azından 2-3 gün 40 dakika süren egzersizler sonucunda hem vücut enerji harcar hem de vücutta yağ kitlesi azalıp, kas kitlesinin artması sonucunda metabolizma hızı hızlanır.   Yeterli protein tüketimi: Gün içerisinde vücudun ihtiyacı olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineralleri dengeli almalıyız, bu besin öğelerinin içinden özellikle proteinlerin termik etkisi (vücut proteini sindirirken daha fazla enerji harcar) yüksektir. Bu yüzden süt, yoğurt, peynir, yumurta, et, tavuk, balık, kurubaklagiller gibi protein içeren besinleri diyetimizde yeteri kadar almalıyız.   Kendinizi hazır hissettiğinizde diyet yapın: Bazı dönemlerde bireyler kilo vermek isterler fakat çevresel veya psikolojik etmenlerden dolayı buna hazır değildirler. Bu durumda kendinizi test edin ve gerçekten diyete hazır olduğunuz dönemde diyete başlayın. Çünkü sık sık diyet yapmak metabolizma hızınızı yavaşlatır.   Bol su için: Su içmek dolaşım sisteminizi hızlandırır ve vücudunuzu temizler.   Kendinizi az yemeye alıştırmayın: Ne kadar az besin tüketirseniz, metabolizma hızınızda o kadar yediğiniz besinlerden aldığınız kaloriye kendini adapte eder. Bu yüzden az besin tüketmeyin, dengeli ve sağlıklı beslenin.   Hep aynı şekilde beslenmeyin: Bazı kişiler her gün aynı saatte aynı besinleri tüketirler, sürekli aynı besinleri tüketmek yerine diyetinize çeşit katınız.   Baharatları yemeklerinizde kullanın: Kırmızı acı biber, karabiber, zencefil gibi baharatlar metabolizmayı hızlandırır.   Günde 2-3 fincan kahve tüketin: Kahve tüketimi metabolizmayı hızlandırır (hamilelikte, reflü / gastriti olanlarda, çarpıntısı olan kişilerde önermiyoruz.)   Yeşil çay: Metabolizmayı hızlandırdığı yapılan çalışmalarda görülmüştür.  

Şifalı Bitki Bilgileri BitkilerleDeva.com
Saglik Portalım, sifa market, Saglik Videolari